-

| 0 yorum ]
Sponsorlu Bağlantılar

Elbette bilmiyordu. O kocaman bıyıkları altında, mahçup, kırılgan, ince bir insandı Nietzsche. Çağını, insanını, kültürünü tarihiyle okuyabilen, çağının ötesini yaşayan acılı bir düşünürdü. Hocam Kemal Tüfekçi ile Mustafa Nafiz Irmak'n Şevk-efzâ şarkısını geçerken farkettim: Hem makamı hem de sözleri Nietzsche buyuruyordu! Sözler Râtip Âşir'indi. Söylenenlerin sevgiliye değil de hayata olduğunu düşündüğümüzde, önümüze kültürümüzden Nietzsche'ye Nietzsche'den kültürümüze ilginç bir köprünün açılabildiğini görüyoruz.

Sözler arûzla yazılmış, vezni mefâlün/mefâilün/fâilün

Sebeb sensin gönülde ihtilâle
Sürüklersin beni sonsuz melâle
Bilirsin müptelâyım ben ezelden
Belâ-yı âteşe, belki hayâle

Senin cevrin senin zulmünle şâdım
Niçin dursun figânı-ı şûle-zâdım
Benim sensin bu âlemde muradım
Düşürsen de beni sonsuz melâle

Nietzsche, kimi akademisyenleri ürpertecek belki: Bir gönül filozofudur. Sığ, kalıplanmış, çerçevelenmiş akıl, zihin, ben, anlama yetisi... gibi kavramlara itiraz eder: Hayatı açıklamaya; bütün bu sözcüklerle karşı çıktığımız kavramların tuzağına düştüğümüz düşünülürse, hayatı yaşamaya yardım edemezler. Yaşadığımız kavramlar, değerler, anlamlar dönüştürülmek, değiştirilmek ister.
Umwertung aller werte, budur, değerlerin yeniden değerlendirilmesi. Gönüldeki ihtilâl, hayatın kendisinden gelir. İhtilâl'i duymak, yaşamak, yaşanan hayatın, basma kalıplığını anlamaya götürür, sonsuz melâle götürür.
Bu, Nietzsche'nin Die ewige wiederkunft dediği bengi dönüşün, insanın yazgısı içinde sıkışmışlığının melâlidir. Burada melâl, asla bir melankoli değildir.
Nietzsche hep sevinçlidir, tüm acılarına karşın. Çünkü o, uyarılara ve işaretlere karşı aşırı duyarlıdır, onların bolluğunu yaşamaktadır. (Überreichtum von Mitteilungsmitteln mit extremen Empfänglichkeit für Reize und Zeichen, bkz. Wille zur macht §809)

Bu, belâ-yı âteştir, hayâldir! Belâ-yı hayâl! Üzeri yozlaşmış anlam molozlarıyla örtülmüş, dipdiri, capcanlı yaşamı yeniden bulup çıkarmaya çalışmanın ateşidir. Alevler saçan, bir haykırmadır, eskileri deyimiyle: figânı-ı şule-zâd! Onu hiç kimseyle karıştırmamak gerekir, Ecce Homo'daki çığlığıdır bu. Dionüsos'un çömezidir. Onun için hayatın zulmü onu şâd eder, mutlu eder. Yazgısını sever çünkü. (Amor fati!) Yaşamın kendisini ister: Murâdı hayatı. Hayatsa, onu yaşayamayanların hakikat (Wahrheit!) dedikleri pılı pırtının, ıvır zıvırın altında kalmıştır. İnsanlar, "hakikat" diye yaşamaya yakışmayan, yaşamı köklerinden kurutup, ortadan kaldıran tehlike yüzünden kokuşmaktadırlar. Alevler saçan haykırmam, çığlığım, sanat yoluyla, değersizleşmiş değerlerin kırılmasına, kırılıp, yok olup, yeni değerlerin ortaya çıkmasına yol açmak içindir. Sanat, hakikate kurban gitmeyelim diye vardır!
(Wir haben die Kunst, damit wir nicht an der Wahheit zugrunde gehn. Wille zur macht, § 822)

Sanat, yaşama ulaşmakta, dürtülerimizi âhenk içinde, yaratıcı atılımlarla işleyip, dokuyabileceğimiz bir dünyayı sürekli olarak tazelemekte en büyük güçtür. Sanat alevler saçan bir çığlıktır: Tüm kokuşmuşlukları, bayatlıkları, çürümüşlükleri kaldırır ortadan; yakar kül eder. Küllerinden Minerva'nın Baykuşu yeni güzellikler çıkarır.

Ey hayat! Ey bilim! Ey sanat! Sebeb sizlersiniz gönülde ihtilâle. Gönülde ihtilâl yapan bilimin yorulmaz arayışçılarıyız. Nietzsche, bu bilime şen bilim (Fröhliche Wissenschaft!) diyordu. Bilim ciddidir, dikkat, emek gerektirir. Çileyle öğrenilir. Belâ-yı âteştir, bundan dolayı şendir.
Bu topraklardaki kokuşmuşluğu, çıkar hesaplarını, bencil, yozlaşmış bakışları yenen bir şen bilim, uzağımızda değildir. Bilime, insana, hayata olan saygıyla, sevgiyle, arayışımız; bizi şen bilime götürecektir. Doğabilimlerinde, sosyal bilimlerde, düşünce ve sanat alanında, dünyadaki bilim duyarlı insanların gönüllerinde ihtilâller yaratacak şen bilime!

Ahmet İNAM...

0 yorum

Yorum Gönder