-

| 1 yorum ]

İCATLAR ve BULUŞLAR TARİHİ
MİLATTAN ÖNCE


" 4241 Mısır ilk hassas takvim yapıldı
" 3200 Tekerleğin ilk kez Mezopotamyada ve orta Avrupada kullanıldığı varsayılır.
" 3200 Mezopotamya Sümerler yazıyı kullanan ilk halktır
" 3000 Mısır Hiyeroglif denen yazı sistemi bulundu
" 3000 Babilde ilk ilk toplama makinesi kullanıldı
" 1300 Suriye Ugaritde ilk alfabe kullanılmıştır.
" 700 Lidya ( Türkiye) ilk para sikkesi kullanıldı
" 540 Miletli (Batı Anadoluda liman kenti) THALES geometri okulunu kurdu ve kendi teoremini geliştirdi
" 450 Herodotot dünya haritası çizdi
" 200 Yunan ARKHİMEDES kaldıraç kanunlarını keşfetti
" 10 Roma mimar Vitrivius tarafından ilk kaldırma vinci tasarlandı
MİLATTAN SONRA
" 999 Bir keşiş tarafından ilk mekanik saat icat edildi
" 1000~Türk gök bilimci BİRUNİ 13 000 sayfalık araştırmalarını yayımladı
" 1010~Türk İbn SİNA 270 kitaplık araştırmalarını yayımladı
" 1020~Irak İbn-ül HEYSEM Optik konusunda ayrıntılı araştırmalar kitabını yayımladı
" 1045 Çin Pi CHENG portatif matbaa harflerini keşfetti
" 1280 İtalyan ARMATİ gözlüğü ict etti (kontak lens üzerindeki ilk çalışmalar ise Leanardo da Vinci tarafından yapılmıştır)
" 1453 Polonyalı Keşiş Nicolas KOPERNICUS Dünya ve güneş sistemi kuramını ortaya attı
" 1521 Türk Piri REİS Kitab-ı Bahriye adını verdiği gerçeğe en yakın Dünya haritasını yayınladı
" 1528 Türk PİRİ Reis ikinci haritasını yaptı
" 1592 İtalyan GALİLEO 30 kez büyüten teleskopu yaptı (daha önce Hollandalı gözlükçü Hans Lippershey ilk teleskopu bulmuştu)
" 1614 İskoçyalı John NAPİER Logaritma cetvelini ict etti
" 1618 Alman Johannes KEPLER Güneş sisteminin yasalarını keşfetti
" 1642 Fransız matematikçi Blaise PASCAL ilk toplama makinesini icat etti
" 1643 İtalyan Evangelista TORİCELLİ cıvalı barometreyi buldu
" 1666 Pariste Kraliyet Bilimler akademisi kuruldu
" 1687 İngiliz İsac NEWTON evrensel çekim yasalarını keşfetti.
" 1492 İspanyol Kristof KOLOMB Amerikaya ayak bastı
" 1507 İtalyan Amerigo VESPUCCİ Amerikanın yeni kıta olduğunu kanıtlar
" 1630~Türk Hazarfen Ahmet çelebi yaptığı kanatlarla ilk kez uçmayı başaran adam oldu
" 1680~Türk Lagari Hasan çelebi aya gitme denemesini yaptı
" 1698 İngiliz Thomas SAVERY ilk buharlı makineyi yaptı
" 1704 İngiliz NEWTON Optik adlı kitabını yayımladı
" 1742 İsveç Anders CELSİUS sıcaklık ölçümleri için standart geliştirdi
" 1763~Fransız Claude CHAPPE uzaktan yazma anlamına gelen Telgrafı icat etti
" 1777 İngiliz James WATT uzun süreli çalışan buharlı makineyi yaptı
" 1778 Fransız Joseph BRAMAH ilk modern tuvaleti tasarladı ve patentini aldı
" 1783 Fransız MONTGOLFİER kardeşler ilk uçan balonla yolculuk yaptılar
" 1783 Fransız Louis LENORAD ilk paraşütü tasarladı
" 1789 Fransız Antoine LAVOISIER Oksijeni ve kimyasal adlandırma tablosunu yayımladı
" 1796 Edvard JENNER çiçek aşısını buldu
" 1799 İtalyan Alessandro VOLTA ilk elektrik bataryasını yaptı
" 1800~Fransız Dominique LARREY ilk ambulans fikrini ortaya atmıştır.
" 1804 İngiliz Richard TREVİTHİCK ray üzerinde 16 Km hızla giden ilk lokomotifi icat etti
" 1816 İngiliz George MANBY yangın söndürücü bir tüp tasarladı
" 1816 Fransız Rene LAENNEC ilk tıpta kullanılan stetoskobu ict etti
" 1820 Danimarkalı Hans OERSTED elektromanyetik akımı keşfetti
" 1826 Fransız Joseph NIEPCE ilk fotoğraf çekimini başardı
" 1830 Fransız terzi Berthelemy THIMONNIER ilk dikiş makinesini yaptı (bu tip makineleri üretip satan ilk kişi Isac SINGER dir)
" 1831 İngiliz Michael FARADAY elektromanyetik kuramları keşfetti
" 1836 ABD Samuel COLD kendi adını verdiği tabancayı tasarladı
" 1837 İngiliz COOKE ve WHEATSTONE ilk elektrikli telgrafı icat ettiler
" 1843 ABD Samuel MORS kendi adını verdiği bir telgraf kodu tasarladı
" 1846 ABD dişçi William ORTON ik kez ameliyatında uyuşturma ve ağrıyı azaltmak için eteri kullandı
" 1849 ABD Walter HUNT ilk modern çengelli iğneyi tasarladı ve patentini aldı
" 1852 ABD Elisha OTİS ilk Asansörü icat etti
" 1853 Fransız Charles PRAVAZ ilk deri altı şırıngasını tasarladı
" 1853 İtalyan Linus YALE kendi adıyla anılan pimli kapı anahtarını icat etti
" 1855 İskoç James MAXWELL Faraday kanunlarını matematiksel olarak kanıtladı ve kendi kuramını yazdı
" 1859 İngiliz Charles DARWIN Türlerin köke...
Dökümanı bilgisayarınıza indirmek için buraya tıklayınız.

| 0 yorum ]

Kolesterol yaşam için gerekli olan mum kıvamında yağımsı bir maddedir. Kolesterol beyin, sinirler, kalp, bağırsaklar, kaslar, karaciğer başta olmak üzere tüm vücutta yaygın olarak bulunur. Vücut kolesterolü kullanarak hormon (kortizon, seks hormonu....), D vitamini ve yağları sindiren safra asitlerini üretir. Bu işlemler için kanda çok az miktarda kolesterol bulunması yeterlidir. Eğer kanda fazla miktarda kolesterol varsa bu kan damarlarında birikir ve kan damarlarının sertleşmesine, daralmasına (arteriyoskleroz) yol açar. Arteriyosklerozda damar duvarında biriken tek madde kolesterol değildir; akyuvarlar, kan pıhtısı, kalsiyum... gibi maddeler de birikir.

Kolesterol nedir?
Kolesterol yaşam için gerekli olan mum kıvamında yağımsı bir maddedir. Kolesterol beyin, sinirler, kalp, bağırsaklar, kaslar, karaciğer başta olmak üzere tüm vücutta yaygın olarak bulunur. Vücut kolesterolü kullanarak hormon (kortizon, seks hormonu....), D vitamini ve yağları sindiren safra asitlerini üretir. Bu işlemler için kanda çok az miktarda kolesterol bulunması yeterlidir. Eğer kanda fazla miktarda kolesterol varsa bu kan damarlarında birikir ve kan damarlarının sertleşmesine, daralmasına (arteriyoskleroz) yol açar. Arteriyosklerozda damar duvarında biriken tek madde kolesterol değildir; akyuvarlar, kan pıhtısı, kalsiyum... gibi maddeler de birikir. Toplumda arteriyoskleroz için damar sertliği, damar kireçlenmesi gibi ifadeler de kullanılmaktadır.Damarlar tüm vücutta yaygın olarak bulunur ve kalp, beyin, böbrek... gibi organlara kan taşıyarak bu organların görev yapmasını sağlar. Kolesterol hangi organın damarında birikirse o organa ait hastalıklar ortaya çıkar. Örneğin; kalbi besleyen atardamarlarda (koroner arterler) kolesterol birikimi olursa göğüs ağrısı, kalp krizi gibi sorunlar oluşur. Böbrek damarlarında kolesterol birikimi yüksek tansiyon ve böbrek yetmezliğine yol açabilir.

İyi kolesterol-Kötü kolesterol
Kolesterol, yağımsı bir maddedir. Normal koşullarda, yağ suyun içinde çözünmez. Kolesterol de su özelliklerini taşıyan kanda normal koşullarda çözünmez. Kolesterol, kanda çözünmesi ve taşınması için karaciğerde bir protein ile birleştirilir (paket edilir). Bu kolesterol ile protein birleşimine lipoprotein adı verilir. Değişik tipte lipoproteinler vardır:1.LDL (low density lipoprotein, düşük yoğunluklu lipoprotein): Kötü huylu kolesteroldür.2.HDL (high density lipoprotein, yüksek yoğunluklu lipoprotein): İyi huylu kolesteroldür.HDL ve LDL kolesterolden başka lipoproteinler de vardır.
Yağ metabolizması bozukluğu olan hastaların yaptırdığı diğer bir kan incelemesi de trigliserid ölçümüdür. Trigliserid de kolesterol gibi kanda çözünen bir yağdır. Kan trigliserid düzeyi ile arteriyoskleroz arasındaki ilişki kolesterol kadar belirgin değildir.

Yüksek kolesterol nedir?
Kanda kolesterol ve LDL-kolesterolün yüksek olması hasta için risk taşır. HDL-kolesterolün düşük olması da bir risktir.
20 yaşın üzerinde Kan kolesterol düzeyi
200 mg/dl'nin altı istenilen düzeydir.
200-239 mg/dl arası sınırda yüksek tir.
240 mg/dl'nin üstü ise yüksektir.
Kan LDL-kolesterol düzeyi
130 mg/dl'nin altı istenilen düzeydir.
130-159 mg/dl arası sınırda yüksek tir. Kan HDL-kolesterol düzeyi
35 mg/dl'nin altı düşüktür.
Kanda Kolesterol >200 mg/dl
veya LDL-kolesterol>130 mg/dl
veya HDL-kolesterol <35 mg/dl İSE >RİSK FAZLADIR
HDL-kolesterol yükseldikçe risk azalır. Ortalama HDL-kolesterol düzeyi kadında 55 mg/dl ve erkekte 45 mg/dl dir yani kadınlar bu yönden daha şanslıdır.

Kan trigliserid ölçümüne göre sınıflandırma

< 200 mg/dl ----> Normal
200-400 mg/dl ----> Sınırda yüksek
400-1000 mg/dl ----> Yüksek
> 1000 mg/dl ----> Çok yüksek

Kanda kolesterolün yüksek olması bir yağ metabolizması bozukluğudur. Yağ metabolizması bozukluğundan şüphe edilen bir hastada yapılması gereken kan alınarak öncelikle kolesterol, LDL-kolesterol, HDL kolesterol ve trigliserid düzeyi ölçülmesidir. Tedaviye karar vermeden önce bu değerler en az 2 kere ölçülmelidir.Tedavi düzenlenirken öncelikle LDL-kolesterol düzeyleri temel alınmalıdır.

Kolesterol niye yükselir?
Kanda kolesterol düzeyini etkileyen çok sayıda faktör vardır. Bu faktörlerin bazıları önlenebilir niteliktedir. Bunlardan bazıları:
1.Kalıtımsal Faktörler
2.Gıdalar
3.Şişmanlık
4.Stres

gibi faktörler kolesterolü ve kötü huylu kolesterolü yükseltir.Düzenli egzersiz iyi huylu kolesterolü yükseltir ve kötü huylu kolesterolü azaltır.60-65 yaşa kadar yaşla birlikte kolesterol düzeyi artar. Kadınlarda menopozdan sonra kolesterol düzeyi artar.

Kolesterol yükselmesine yol açan hastalıklar
Bazı hastalıklarda kolesterol düzeyi yükselir. Bu hastalıkları ikiye ayırarak incelemek mümkündür:
1.Kalıtsal yağ metabolizması hastalıkları
A.Hipotiroidi: Tiroid bezinin yetersiz çalışması.
B.Karaciğer hastalıkları
C.Nefrit: Böbreğin mikrobik olmayan iltihabi hastalıkları
D.Şeker hastalığı
E.Şişmanlık
F.Bazı ilaçlar
2.Diğer hastalıklar

Kolesterolün önemi nedir?
Kalp ve damar hastalıkları Türkiye'de ve diğer ülkelerde ölüm ve kalıcı sakatlıklara yol açan yaygın sorunlardır. Türkiye de 6 milyon kişide kan kolesterol düzeyi sınırda yüksek (200-239 mg/dl) ve 2 milyon kişide yüksektir (240 mg/dl). Gelişmiş ülkelerde ölüm nedenleri arasında kalp ve damar hastalıkları ilk sıradadır ve yüksek kolesterol, yüksek tansiyon, şişmanlık gibi sorunların düzeltilmesi ile bu ölümler önlenebilir veya geciktirilebilir. Bu nedenle Dünya Sağlık Örgütü kalp ve damar hastalıklarını 1 numaralı insanlık düşmanı ilan etmiştir.Kalp ve damar hastalıklarını kolaylaştıran faktörlere kardiyovasküler risk faktörleri adı verilir. Kanda kolesterol ve LDL-kolesterolün yüksek olması hasta için risktir ve kolesterol yüksekliği bir kardiyovasküler risk faktörüdür. HDL-kolesterolün düşük olması da bir risktir. Bu riske sahip hastalarda kalp krizi, felç, damar tıkanması, böbrek yetmezliği gibi hastalıkların ortaya çıkma olasılığı daha fazladır.

Kardiyovasküler Risk Faktörleri
Kolesterolü yüksek hastalarda, kardiyovasküler risk faktörlerinin değerlendirilmesi ve mümkünse değiştirilmesi, tedavinin temel noktalarından birisidir. Kolesterolü yüksek hastalarda, kolesterol yüksekliği dışındaki kardiyovasküler risk faktörlerine de sık rastlanır ve bu kardiyovasküler risk faktörlerinin düzeltilmesi ile kardiyovasküler kalıcı hasar ve ölüm riski kesin olarak azaltılır. Aşağıda kardiyovasküler risk faktörleri özetlenmiştir:
Hipertansiyon
Lipid (yağ) metabolizması bozukluğu, Kolesterol yüksekliği
Sigara Diyabetes mellitus (şeker hastalığı)
Şişmanlık
Fiziksel aktivite azlığı ve sedanter yaşam
Yüksek hematokrit (kanda çok fazla hücre bulunması)
Artmış trombojenik faktörler (kanı pıhtılaştıran faktörler )
İleri yaş
Erkek cinsiyet
Aile öyküsü
Tip A kişilik yapısı (mükemmeliyetçi, obsesif hırslı ve gergin kişilik)
Östrojen eksikliği
Alkol yoksunluğu (alkol bağımlılığı)
Fibrinojen yüksekliği
Ürik asit yüksekliği
Lipoprotein (a)
Belirgin beyin, kalp, böbrek veya damar hastalığı

Hipertansiyon, her yaş, cins, ırk için önemli bir kardiyovasküler risk faktörüdür ve hem büyük hem küçük tansiyonun yükseldikçe kardiyovasküler risk artmaktadır. Hipertansiyon tedavisi ile kardiyovasküler risk azalmaktadır.

Lipid (yağ) metabolizması bozuklukları, majör ve düzeltilebilir kardiyovasküler risk faktörlerinden birisidir. Yapılan tüm büyük çalışmalarda serum kolesterol düzeyi ile kardiyovasküler risk arasındaki ilişki gösterilmiştir. HDL-kolesterolün düşüklüğü de bir kardiyovasküler risk faktörüdür. Diyetin kolesterol içeriği ile kardiyovasküler risk arasında da doğrudan ilişki vardır.

Şişmanlık ile koroner arter hastalığı arasındaki ilişki birçok çalışmada gösterilmiştir. Ancak şişman hastalarda, hipertansiyon, fiziksel aktivite azlığı, diyabetes mellitus (şeker hastalığı) ve lipid metabolizması gibi diğer kardiyovasküler risk faktörlerine da daha sık rastlanır ve bu kardiyovasküler risk faktörler, şişmanlığın bağımsız etkisini maskeleyebilir.

Günümüzde şişmanlık tanım ve sınıflandırmasında beden kitle indeksi kullanılmaktadır.Beden kitle indeksi=Beden ağırlığı(kg)/Boy(m)2 formülü ile hesaplanır.Örneğin vücut ağırlığı 85 kg, boyu 1.74 m olan bir insanda;Beden kitle indeksi=85/1.74x1.74=28 dir.Beden kitle indeksine göre kilo durumu aşağıda özetlenmiştir.<18.5 Zayıf18.5-24.9 Normal (sağlıklı)25-29.9 Fazla kilolu (gürbüz)30-39.9 Şişman>40 Tehlikeli şişmanYukarıdaki örnekteki kişi gürbüzdür.

Yetersiz egzersiz kardiyovasküler riski arttırır. Öte yandan sedanter yaşam, kan şekeri, kolesterol ve kan basıncı kontrolunu zorlaştırır. Düzenli egzersiz yapanlarda, koroner arter hastalığı riski de azalır.

Diyabetes mellitus (şeker hastalığı) iyi bilinen bir kardiyovasküler risk faktörüdür. Ayrıca diyabetik hastalarda lipid (yağ) metabolizmasi bozuklukları, hipertansiyon, şişmanlık gibi diğer kardiyovasküler risk faktörleri de sıktır.

Sigara, koroner arter hastalığı sıklığını arttırdığı gibi diğer kardiyovasküler risk faktörlerinin etkisini de arttırır. Sigara içimi, Türkiye'deki en önemli sağlık problemlerinden birisidir ve ne yazık ki kullanımı giderek yaygınlaşmaktadır. Sigaranın bırakılması ile koroner arter hastalığı riski azalır ve bu azalma 12 ay sonra en belirgin hale gelir.

Tip A kişiliğine sahip kişiler, mükemmeliyetçi, obsesif, hırslı ve gergin bir özellik sergilerler.

Yüksek kolesterolün vücuda verdiği zararlar
Kanda aşırı miktarda bulunan kolesterol yavaş yavaş (yıllar içinde) damar duvarında birikir. Bu birikim sonucu o damarda daralma, tıkanma ortaya çıkar. Bu durum bir su borusunda pisliklerin birikmesine benzetilebilir. Kolesterol hangi damarda birikmişse o damarla ilişkili sorunlar ve hastalıklar ortaya çıkar.Kolesterol yüksekliğinde belirti ve bulgular çoğu zaman ani kolesterol yükselmesine bağlı değildir, uzun süreli kolesterol yüksekliğinin damar duvarında kolesterol birikmesine yol açmasının sonucudur. Yani kolesterolünüz şu andaki değerinin 2-3 katına yükselse ve 3-4 saat yüksek kalsa size bir zararı olmaz. Asıl sorun sizde daha önce uzun süreli kolesterol yüksekliği olmasıdır.Kalbi besleyen damarlarda (koroner arter) kolesterol birikimi bu damarlarda tıkanma ve daralmanın sonucu göğüs ağrısı, kalp krizi ve kalp yetmezliği gibi sorunlara neden olur. Bunların sonucu hasta koroner by pass ameliyatı (cerrahi olarak darlığın ortadan kaldırılması) veya anjiyoplasti (balonla daralmış koroner arterin genişletilmesi) işlemine ihtiyaç duyabilir.Beyini besleyen boyun damarlarında kolesterol birikimi olması felçlere, konuşma bozukluklarına, dengesiz yürümeye, bilinç kaybına yol açar.Böbrek damarlarında kolesterol birikimi yüksek tansiyon ve böbrek yetmezliğine yol açabilir.Ana atardamarda (aort) kolesterol birikimi de tehlikelidir. Buradan kopan kolesterol birikintileri daha küçük damarları tıkayarak çok değişik sorunlara yol açabilirler: Bağırsağı besleyen damarları tıkayarak bağırsak ölümüne, göz damarlarını tıkayarak körlüğe, bacak damarlarını tıkayarak gangrene... yol açabilirler.
Kolesterol yüksekliğine bağlı sorunlar ortaya çıktığı zaman hasta geç kalmış olabilir; bu nedenle kolesterol yüksekliğini önlemek, yükselmişse düşürmek çok önemlidir.

Kolesterol-yüksek tansiyon ilişkisi
Kolesterol ve yüksek tansiyon arasında doğrudan bir ilişki yoktur. Yani kolesterol yüksekliği yüksek tansiyona, yüksek tansiyon kolesterol yüksekliğine yol açmaz. Ancak ikisinin hedefi ve zarar verdiği organ aynıdır: Kan damarları. Yüksek tansiyon kan damarındaki basıncı yükselterek aşınma, yırtılmalara neden olur. Bu durum su borusu içindeki basıncın artmasına bağlı sorunlara benzetilebilir. Yüksek kolesterol de damar duvarında kolesterol birikimine yol açarak damarlarda daralma, tıkanmalara yol açar. Yüksek tansiyon ve kolesterol yüksekliği kan damarına diğerinin verdiği zararın şiddetini arttırır ve ortaya çıkmasını çabuklaştırır. Bu nedenle hem kolesterol yüksekliği hem de yüksek tansiyon tedavi edilmelidir.

Yazar: Prof. Dr. Tekin Akpolat


| 0 yorum ]

Kutuplar Arktika ve Antarktika Karalarda buzdan kalın bir zırh ve donmuş toprak, denizlerde buzdağları, çok soğuk ve güneşsiz bir kış. İnsan kutup bölgelerini böyle düşünüyor. Yaşam koşullarının ağırlığı nedeniyle bu bölgeler bugüne değin insanların yıkıcı müdahalesinden kurtulmuş.

Kutupların gerek atmosfer, gerekse dünya iklimi üstündeki düzenleyici etkileri ise tartışılmıyor bile. Kutup buzlarındaki bir erimenin yeryüzü çapında iklim değişikliklerine yol açacağı, bunun da tüm insanlık için çok kötü sonuçlar vereceği biliniyor.

Dev Bir Buzdolabı
Yerküremizin kuzey ve güneyindeki buzdan örtüler, bütün değişmez görüntülerine karşın, Dünya’nın 4,5 milyar yıllık yaşamında daha çok kural dışı bir durum oluşturur. Bugünkü bilgilerimize göre yeryüzünde üç büyük soğuk dönemi yaşanmıştır. Bunlardan biri 750, biri de 250 milyon yıl önce yer almıştır; üçüncüsü olan “Büyük Buzul Çağı” ise yaklaşık 2 milyon yıl önce, Pleyistosen Bölüm’de başlamıştır ve günümüzde de sürmektedir. Günümüze en yakın bu jeolojik dönemde buzullar en az dört kez bugün Avrupa, Asya ve Amerika’da ılıman iklim kuşağı içinde oldukları bilinen bölgelere kadar inmiş, aralardaki sıcak dönemlerde de kutuplarla yüksek dağların tepelerinde bugün bulundukları sınırlara, hatta daha da gerilere çekilmiştir. Alman buzul çağı araştırmacısı Albrecht Penck (1858-1945) bu dört buzul katına, ülkesinin güneyinde çalışmalarını sürdürerek onların varlığını kanıtladığı bölgedeki küçük ırmakların adını vermişti: Günz, Mindel, Riss ve Würm.
Kutuplar
Yaklaşık 10.000 yıl önce Würm Buzul Katı’nın sona ermesinden beri yeryüzü yeni bir sıcak dönem yaşamaktadır. Kutuplardaki ve Grönland’daki buz katmanlarına bakılırsa Dünya’nın hala “buzlanmaya yatkın” olduğu söylenebilir. Ama 4,5 milyar yıllık yaşamının büyük bir bölümünü buzsuz geçirdiği anlaşılıyor. O zamanlar sıcak, hatta tropik bir iklim çok daha geniş bir alana yayılıyormuş. Büyük su kütleleri buz olarak karalara bağlı olmadığından, denizlerin düzeyi bugünküne göre 60 m daha yüksekmiş ve karaların önemli bir bölümü suyun altındaymış.

Kuzey Kutup Bölgesi - Arktika
Kutuplar Matematiksel bir belirlemeye göre kutup bölgeleri kutup dönencelerinin altında ve üstünde kalan (ve her biri 21,2 milyon km2 büyüklüğünde olan) yerler olarak tanımlanıyor. Bir adını da Eski Yunanca’da “ayı” anlamına gelen arktos sözcüğünden alan Kuzey Kutup Bölgesi toplam 27 mlyon km2’lik bir alana yayılır. Bunun 9 milyon km’si kara, geri kalanı denizdir.

Burada en sıcak ayda bile deniz suyu sıcaklığı +10° C’nin üstüne çıkmaz. Arktik kara ve deniz iklimlerinin egemen olduğu bölgede yağış azdır, yılda 100 mm ile 500 mm arasında değişir. Kuru rüzgarlar ve sis, düşük sıcaklık (Grönland’da şubat ortalaması -40° C), sıcaklığın mevsimlere göre büyük değişkenlik göstermesi (+15° C ile -40° C) bu bölgenin iklim özellikleri arasındadır. 23 Eylül ile 21 Mart arasında Güneş’in hiç doğmadığı kış kutup gecesi, yılın geri kalan bölümünde ise, hiç batmadığı kutup gündüzü yaşanır. Sıcaklığın çok düşük olmasına karşın, kutup bölgelerinin de en az tropik bölgeler kadar güneş enerjisi aldığı unutulmamalıdır. Kara bitkileri buna, çok hızlı ve karmaşık bir büyüme biçimi benimseyerek uyum sağlamıştır. Denizlerde ise yüksek oksijen ve zengin besin maddesi nedeniyle, bir de 0 derece dolayındaki deniz suyu sıcaklığı fazla değişmediği için plankton ve balık çok boldur.
Kutuplar
Yaşamın denizlerdeki bu zenginliğine karşın, az sayıdaki buzsuz kıyı bölgesinde oldukça sınırlı olduğu gözlenir. Bitki örtüsü tundralara özgü yosunlardan, likenlerden, ardıç ağaçlarından ve cüce akkayınlardan oluşur. Temmiz sıcaklığı 6° C’nin altına düşerse bunlar da yerlerini buz çölüne bırakırlar. Zemin 600 m derinliğe kadar donmuş durumdadır ve yazın ancak yüzeyden 10-200 m arasında bir derinliğe kadar çözülür. Donmuş zeminin altında bulunan çamur katmanı aşağı doğru akar ve her türlü inşaat çalışmasını çok zorlaştırır.

Güneydeki Buz Kaplı Kıta - Antarktika
“Güneydeki efsanevi kıta”nın bulunması 200 yıllık bir arayıştan sonra, ancak 1840’ta başarıyla sonuçlanmıştır. Yelkenlisiyle kıyılar boyunca yaklaşık 2.000 km yol alan Charles Wilkes, denizlerden oluşan Kuzey Kutbu’nun tersine, Güney Kutbu’nun olduğu yerde gerçekten büyük bir kıta bulunduğunu kanıtlamıştır. 12,4 milyon km2’lik yüzölçümüyle bu kıta neredeyse Afrika’nın yarısı büyüklüğündedir. Bu bölgenin içinde Güney Shetland, Güney Georgia gibi birkaç takımada da yer alır.
Kutuplar


Adı, “Arktika’nın karşısındaki” anlamına gelen Antarktika’yı ortalama 2.000 m kalınlığında büyük bir buz katmanı zırh gibi örter. Bir zamanlar “ulaşılamaz” diye adlandırılan kutup noktasında buzun kalınlığı 4.335 m’yi bulur. Bu buz kütlesi 24 milyon km3’lük hacmi ile yeryüzündeki bütün buzların yüzde 92’sini oluşturmaktadır. Kıyılarından kopan 350-600 m kalınlığındaki buz parçaları günde 1-3 m hızla ilerler ve birbiri üstüne yığılır. Bu tür yüzen yığınlardan biri olan Ross Buzlası 540.000 km’yi bulan alanıyla neredeyse Fransa büyüklüğündedir. Gelgit olayının buzladan kopardığı büyük parçalar yüzerek çevreye dağılır. Bu tür buzdağları arasında 20.000 km2 büyüklüğe ulaşanlar olur.


Kutuplar

Güney Kutbu’nda yeryüzünün en soğuk ve en fırtınalı iklimi egemendir. Ortalama sıcaklık yaz aylarında -20° C’dir ve bu, güneyden fırtınalar estiğinde -70° C’ye kadar düşebilir. Coğrafi Güney Kutbu noktasında bulunan ABD gözlem istasyonunda yapılmış ölçümlerde sıcaklığın yıllık ortalamasının -50° C olduğu, en sıcak ayda ancak -29° C’ye yükseldiği belirlenmiştir. Yani yeryüzünün bu en büyük buzdolabının sıcaklığı Kuzey Kutbu’ndan ortalama 22 derece daha düşüktür.

Bu durum doğal olarak yaşam koşullarını etkilemektedir. Kuzey Kutbu’nda 400’e yakın çiçek açan bitki türü sayılabilirken, Güney Kutbu’nda bir tane bile olmaması bunun bir belirtisidir. Buna karşılık kıtanın kıyılarında ve açık denizlerinde çok sayıda hayvan yaşar. Penguenler, martılar, foklar ve balinalar soğuk, ama besin maddesi açısından zengin Güney Kutbu denizlerindeki planktonları ve balıkları yiyerek yaşamlarını sürdürürler.

Göçebe Avcılar ve Toplayıcılar
Kutuplar

Kuzey Kutup Bölgesi Yerlileri, Amerika’da Eskimolar ve Aleutlar, Avrupa ve Asya’da Laponlar ve Doğu Yaklar’dır. Bunlar avcı ve toplayıcı olarak Taş Çağı’ndakine benzeyen göçebe bir yaşam sürerler. Buradaki yaşama koşullarına en iyi uyum sağlamış olan Eskimolar, aynı zamanda en kuzeye kadar yayılmış olan halktır. Bunlar kayak adı verilen küçük kayıklarıyla en çok fok avlayıp etini yiyecek, derisini ve kürkünü giysi, yağını ısı ve ışık kaynağı olarak kullanırlar. Vitamin gereksinimini, eti pişirmeden yiyerek karşılarlar. (Amerika Yerlileri’ni dilinde Eskimo, çiğ et yiyen demektir) Uygar ülkelerin kutup bölgelerine el atmaları, özellikle Spitzbergen’deki uranyum, titanyum ve kömür, Alaska’daki petrol ve doğal gaz kaynaklarını işletmek istemeleri, doğaya bağlı olarak yaşayan Eskimolar’ın yaşam olanaklarını sınırlamıştır. ABD ve Rusya da Kuzey Kutbu’nu işgal etmiş, yoğun bir sivil ve askeri üsler ağı ile kaplamışlardır. Amerikan atom denizaltısı “Nautilus” ilk kez 1958’de Kuzey Kutbu’nu örten 2-15 m kalınlığındaki buz katmanının altından geçerek bir uçtan ötekine 3.000 km yol almıştır. Kutupların paylaşılmasında her ülkeye, kendi sınırlarının en dış iki noktasından Kuzey Kutup noktasına çizilen iki doğru arasında kalan parçasının verilmesi ilkesi uygulanır.


| 0 yorum ]

Coğrafi anlamayı hayatın (okul, aile, toplum, iş hayatı) içerisine yerleştirmede öğretim
programlarındaki kazanımlara erişme, kazanımlara erişmede de harita becerisi anahtar rol oynar.
Harita becerisi kuvvetli olan bireyler, kendileri ve toplumları için önemli roller üstlenebilirler.
Çünkü tüm hadiseler bir mekanda gerçekleşmektedir ve mekan hakkında bilgi edinmede iyi
düzeyde harita becerisine sahip olan bireyler daha başarılı olurlar.
Ülkemizde coğrafya öğretiminin temel problemlerinden birisi, öğrencilerin bilgi toplayıp,
analiz etmede ve bilgiyi mekansal olarak sunmada haritaları nasıl kullanacağını bilmemeleridir.
Harita becerisi yeterince gelişmemiş olan bireylerin mekansal algılama düzeyi de istenilen düzeyde
gelişememektedir. Bu makalede, öğrencilerin haritaları daha iyi okuyup, kavramalarına dolayısıyla
yaşadığı yakın çevresi ve küresel ölçekteki mekansal bilgileri daha iyi analiz etmelerine yardımcı
olacağı düşünülen harita becerileri ve bu becerilerin geliştirilmesine yönelik aktivite örneklerine
yer verilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Harita, Coğrafya Eğitimi, Coğrafi Beceriler, Harita Becerileri
ABSTRACT
Map skills have a key role in the lives of individuals such as school, family, society and
business. Those having a better map skills may take important roles for themselves and societies.
As all events occur in a space map skills contribute the individuals to be more successful.
One of the basic problems of geography education in our country is the problem of that
being able to know how to use a map in data collection, analysis and presentation in a space.
Those who are not proficient in map skills are not proficient in spatial perception either.
Keywords: Map, Geographic Education, Geographic Skills, Map Skills
GİRİŞ
Haritalar coğrafya eğitiminde büyük rol oynarlar. Çünkü bu gereçler;
coğrafyanın özü, coğrafyanın en lüzumlu gereci, coğrafyanın temeli olarak
görülmekte ve bu şekilde tanımlanmaktadır (Gürsoy, 1961).
Coğrafyacılar bilgileri gösterme, şekillendirme, genelleştirme ve de
depolamak için bir çok tekniklere sahiptirler. Ama bunlardan hiç biri, Harvey’e
(1969) göre, “coğrafyacıların kalplerine ve kafalarına ‘harita’lar kadar yakın
değildir.” Hatta Hartshorne (1939) daha da ileri giderek “eğer ele alınan sorun
temelde haritalarla-genellikle birkaç haritanın karşılaştırılmasıyla-incelenemezse,
bu durumda (konunun) coğrafyanın alanı içine girip girmediği kuşkuludur”
demektedir. Sauer (1963) de bu konuda ilginç fikirler ileri sürerek şunları
söylemektedir: “Bana haritalara sürekli ihtiyacı olmayan bir coğrafyacı gösterin,
onun yaşamının en doğru seçimini yapıp yapmadığı hakkındaki kuşkularımı
belirteyim. Haritalar bizim için yasakları kaldırır, hayal gücümüzü arttırır,
dilimizi çözer. Harita, dil engellerinin ötesine hitap eder; çoğu kez de haritanın
coğrafyanın dili olduğu iddia edilir” (Özgüç, 1984:193).

*
Yrd. Doç. Dr., Balıkesir Üniversitesi Necatibey Eğitim Fakültesi
Page 2
Alaattin KIZILÇAOĞLU
342

İlk ve ortaöğretimde coğrafya eğitiminin klasik ders materyalleri arasında
haritalar yer alır (Doğanay vd, 2001). Coğrafya öğreniminin temel amaçları
arasında, haritalardan yararlanmanın öğretilmesi gelir (Şahin, 2003). Haritaların
yorumlanması ve onlardan yararlanılması konusunda, coğrafyacıların başta
geldiğini hatırlatmaya bile gerek yoktur (Doğanay-Zaman, 2002).
Coğrafya, insan-mekan ilişkisinin farklı boyutları üzerinde çalışır. Dünyanın
neresinde olursa olsun insanlar, yaşadıkları mekan hakkında bilgi edinmek
isterler. Yeryüzündeki farklı mekanlar hakkında coğrafi bilgi edinmede en
önemli kaynak haritalardır. Öğrencilerin farklı haritaları okuma becerilerini
kazanmaları mekanların anlaşılması açısından son derece önemlidir.
Haritaları tam anlamıyla kullanmak, coğrafya biliminin öğretilmesinde
önemli bir aşamadır. Coğrafyada haritasız bir anlatım, öğrencilerin konuları
anlamakta güçlük çekmelerine yol açmakta ve ezberciliğe yöneltmektedir. Bu
nedenle haritalar, coğrafya konularının anlayarak öğrenilmesinde büyük rol
oynamaktadır. Coğrafya eğitimi ve öğretiminde, birinci derecede rol oynayan
haritaların okunması kadar hazırlanması da önemlidir. Haritalar ne kadar iyi
hazırlanmışsa, coğrafya o kadar iyi açıklanır. Haritalar ne kadar doğru
kullanılırsa, coğrafya o kadar iyi anlaşılır (Ünlü vd, 2002).
Castner’e göre (1990) öğrenciler, harita hakkında bilgi edinmek ve haritayı
öğrenmek yerine, harita ile öğrenmelilerdir (Taş, 2006:221). Okullarda coğrafya
öğretiminde, haritalardan yararlanmak bir zorunluluktur. Haritalardan yeterince
yararlanabilmek için, öğrencilerin haritalar konusunda bazı temel bilgileri
kavraması gerekir (Doğanay, 1993).
Coğrafyanın bir mekan bilimi oluşu, onun mekan analizinin de iyi
yapılmasını gerektirir. Bu bakımdan haritaların iyi analiz edilmesi gerekir.
Coğrafi fenomenlerin mekansal dağılışı en iyi haritalar ile gösterilebilir.
Haritaların iyi analiz edilebilmesi için şu unsurların iyi bilinmesi gerekir:
Haritanın adı, harita işaretleri, ölçek, yön vs. (Ünlü vd, 2002). Haritaların
öncelikli hedefi mekansal yön tayini yapmaktır. Haritaları kullanabilmek için
öğrencilerin bazı temel fakat soyut kavramları (büyüklük, işaret, ölçek, yön,
lokasyon ve mesafe ölçüleri) öğrenmesi gerekir. Haritalar yeryüzünün soyut
simgeleridir. Haritalar, küçük yaşta ya da gelişim seviyesi düşük olan
öğrencilerde kavramsal problemlere yol açmaktadır. Bazı detaylar (ev, bina, taşıt
vb) haritalar üzerinde gösterilememektedir. Yeryüzünün çeşitli kısımları
gösterilirken, soyut sembollerle küçültülmekte ve dikdörtgen, daire ya da
noktalarla temsil edilmektedir. Modern teknoloji, öğrencilerin haritaları
yorumlamaları gerektiği zaman karşı karşıya kaldıkları kavramsal yükü bir parça
kolaylaştırmasına yardımcı olmaktadır. Öğrencilere harita becerilerinin
geliştirilmesine yönelik temel bir kavrama yeteneği kazandırılmalıdır. Böylece
karşılaştıkları her ortamda onlardan yararlanabilirler (Demirkaya, 2003).
Harita okuma becerisini geliştirmek için neler yapabiliriz? Haritalar gerçek
alandaki bir unsuru bazı teknikler ve sembollerin yardımıyla kâğıt üzerinde
gösterirler. Bu anlamda harita okumak, haritada kullanılan sembollerin gerçek
alanla veya konuyla ilişkisini kurabilmektir. Yeryüzü şekillerinden tutun da
sıcaklık dağılışına kadar mekânla ilişkilendirilen her konu harita üzerine

Page 3
Harita Becerilerine Pedagojik Bir Bakış
343

aktarılabilir. Dolayısıyla pek çok çeşit harita vardır. Öğrencilerin günlük
hayatlarında karşılaşabilecekleri ve kullanabilecekleri haritaları okuyabilmeleri
için haritanın her unsuru ile ilgili özel çalışmalar yapılması gerekir (MEB,
2005b:55).
Coğrafya öğretimindeki problemlerin tespit edilip, bu problemlere çözüm
önerilerinin hazırlanması önemlidir. Bu problemlerden birisi, coğrafya
öğrencilerinin olaylara mekansal bir bakış açısı ile bakamamalarıdır. Mekan
bilimi olan coğrafyada mekansal algılamayı arttıracak en önemli araç haritalardır.
Öğrenci haritayı ne kadar iyi okur ve kavrarsa, yaşadığı yakın çevresi ve küresel
ölçekteki mekansal bilgileri daha iyi okuyup, analiz edecektir (Taş, 2006).
HARİTA BECERİLERİ
Öğrencilerin beceriler geliştirip, bu becerilerle, yayılımları, örgütlenmeleri ve
mekansal düzenleri gözlemleyebilmeleri zaruridir. Öğrencilerden öğrenmeleri
beklenen becerilerin çoğu, coğrafi sorgulama sürecinin parçaları olan araç ve
teknolojilerin kullanımını içerir. Haritalar, coğrafyanın en zaruri aracıdır. Çünkü,
onlar mekanın görselleşmesine yardım ederler (GFL, 1994).
Coğrafi olarak bilgili bir insanın sahip olması gereken coğrafi beceriler,
coğrafya eğitimi için kurulan ortak komitenin hazırladığı ve Amerikan
Coğrafyacıları Kurumu (the Association of American Geographers) ve
Coğrafya Eğitimi için Milli Meclis (The National Council for Geographic
Education) tarafından 1994 yılında yayınlanan Coğrafya Eğitimi için İlkeler: İlk
ve Ortaöğretim Okulları belgesinde ortaya konan (Guidelines for Geographic
Education) beş maddeden oluşmaktadır: 1. Coğrafi sorular sorma, 2. Coğrafi
bilgi edinme, 3. Coğrafi bilgiyi organize etme, 4. Coğrafi bilgiyi analiz etme, 5.
Coğrafi soruları cevaplandırma (GFL, 1994:42).
Yukarıdaki bahsi geçen beş beceri setinin harita becerisi boyutunu dikkate
aldığımızda, haritalar konusunda bilgili bir bireyin sahip olması gereken harita
becerileri beş maddeden oluşmaktadır:
1. Haritalar üzerinde coğrafi sorular sorma
2. Haritalardan coğrafi bilgi edinme
3. Coğrafi bilgiyi organize etmede haritaları kullanma
4. Coğrafi bilgiyi analiz etmede haritaları kullanma
5. Coğrafi soruları cevaplandırmada haritaları kullanma
Haritalar Üzerinde Coğrafi Sorular Sorma
Başarılı bir coğrafya eğitimi, niçin, nerede ve nasıl sorularını sorarak, bu
sorulara cevap vermek için yetenek, istek ve kurgular yapmayı gerektirir.
Öğrenciler haritalar üzerinde coğrafi soruları nasıl soracağını bilip, anlamalıdır.
Ne, Nerededir? Niçin oradadır? Ne ile ilişkisi vardır? Yerinin önemi nedir?
Konumunun sonuçları nelerdir? Bu yer nasıl bir yerdir, neye benzer? Onun
yerinin diğer insanlar, yerler ve doğal yaşam ortamları ile ilişkisi nasıldır? gibi
sorular sorabilmelidir (GFL, 1994:17,42). Öğrencilerin harita üzerinde bu gibi
soruları sorma becerisini geliştirip uygulamaları coğrafya eğitimi açısından
oldukça önemlidir.

Page 4
Alaattin KIZILÇAOĞLU
344

Haritalardan Coğrafi Bilgi Edinme
Coğrafi bilgi, konum (o konumun fiziki ve beşeri özellikleri, coğrafi
aktiviteler ve o yerlerde yaşayan insanların durumları) hakkındaki bilgidir.
Coğrafi soruları cevaplamak için, öğrenciler bir çok değişik kaynaktan, değişik
yollarla bilgi toplayarak işe başlamalıdırlar. Haritaları okuyup, yorumlama
coğrafi bilgi edinmenin en temel yoludur. Öğrenciler, nicel (rakamsal) ve nitel
(anlatımsal) tanımlama hazırlayabilmek için, haritaların ihtiva ettiği bilgileri
toplayıp, kullanabilmelidir (GFL, 1994:42).
Coğrafi Bilgiyi Organize Etmede Haritaları Kullanma
Birincil ve ikincil kaynaklardan coğrafi bilgi toplandıktan sonra, analiz ve
yorumlamalara yardım için değişik yollarla organize edilip sunulmalıdır. Coğrafi
bilgiyi organize etmenin bir çok farklı yolu vardır. Haritalar coğrafi bilgiyi
organize etmede önemli bir yere sahiptir. Coğrafi bilgiyi etkili olarak
düzenlemek için yaratıcılık ve beceriye ihtiyaç vardır (GFL, 1994). Harita yapma
bütün öğrenciler için yaygın bir aktivite olmalıdır. Öğrenciler, bilgi toplamak
için haritaları okumalılar ve coğrafi yayılımları analiz edip, bilgileri organize
etmek için harita yapmalıdırlar.
Coğrafi Bilgiyi Analiz Etmede Haritaları Kullanma
Coğrafi bilgiyi analiz etme, dağılışların araştırılması, karşılıklı ilişkiler ve
bağlantıları içine alır. Öğrenciler bilgiyi analiz edip, yorumladıklarında, anlamlı
yayılımlar ve oluşumlar ortaya çıkar. Böylece, öğrenciler gözlemlerini uygun
açıklamaları içinde sentezleyebilirler. Öğrenciler aynı zamanda farklı alanlar
arasındaki birliktelik ve benzerliklere dikkat etmeli, yayılımların farkına varmalı
ve haritalardan çıkarımları çizebilmelidirler. Öğrenciler, haritaları; mekansal
yayılımları keşfedip, karşılaştırmak için irdeleyebilmelidirler (GFL, 1994:43).
Coğrafi Soruları Cevaplandırmada Haritaları Kullanma
Coğrafi soruları cevaplama ile ilgili beceriler arasında haritalardan organize
edilmiş bilgiye dayanan çıkarımlar yapabilme kabiliyeti önemli bir yere sahiptir.
Öğrenciler açıkça ve etkili bir şekilde, özellikle coğrafi soruları cevaplamayı
öğrenmelidirler. Bu, iyi bir vatandaş olmakla ilişkili iyi bir beceridir. Öğrenciler,
coğrafi bilgileri haritalarla gösterebilirler. Bir soruyu cevaplamada, coğrafi bilgiyi
ya da bir konuyu veya problemi ifade etmede haritaları kullanabilmelidirler
(GFL, 1994:44).
ÖĞRETİM PROGRAMLARIMIZDA (HAYAT BİLGİSİ, SOSYAL
BİLGİLER VE COĞRAFYA) HARİTA BECERİLERİ
Beceri, öğrencilerde öğretim süreci boyunca kazandırılması ve geliştirilmesi
amaçlanan kabiliyetlerdir. Ülkemizde yenilenen öğretim programlarında eğitim
ve öğretim sürecinde beceri kazandırmaya yönelik hedeflere yer verilmiştir.
Hayat Bilgisi (MEB, 2005c), Sosyal Bilgiler (MEB, 2005b) ve Coğrafya Dersi
Öğretim Programlarında (MEB, 2005a) yer alan kazanımlar; birçok zihinsel
beceriyi vurgulamakta, öğrenme süreçlerinde ise aktif öğrenme yöntemlerinin ve

Page 5
Harita Becerilerine Pedagojik Bir Bakış
345

öğretimsel işlerin kullanımını gerektirmektedir. Programlarda bu yöntemlerin
kullanıldığı örnek etkinliklere yer verilmiştir. Öğretmenler programlarda
öğrenilen etkinliklerin yanı sıra kazanımlarda öngörülen bilgi, beceri, değer ve
tutumları kazandırmada farklı etkinlikleri planlayıp uygulayabilmeliler (MEB,
2005a). Bu çalışmanın ilerleyen bölümlerinde sözü edilen etkinliklere ilişkin
harita becerilerine yönelik aktivite örneklerine geniş ölçüde yer verilecektir.
Haritaları etkili ve verimli bir şekilde kullanma, coğrafya öğretim
programında en fazla ve en yaygın öğretilen beceriler arasındadır. Talim Terbiye
Kurulu’nun yayınlamış olduğu Coğrafya Dersi Öğretim Programında mekansal
algılamayı geliştirme ve kazanmada harita becerilerinin önem arz ettiği
vurgulanmaktadır. Coğrafya öğretim programında yer alan harita becerileri
şunları içerir (MEB, 2005a:19):
a) Harita üzerinde konum belirleme
b) Harita üzerine bilgi aktarma
c) Amacına uygun harita seçme
d) Haritalardan yararlanarak hesaplamalar yapma
e) Mekânsal dağılışı algılama
f) Haritayı doğru şekilde yorumlama
g) Taslak haritalar oluşturma
Ortaöğretim coğrafya dersi öğretim programında harita becerisi, atlas
kullanma becerisini de ihtiva etmektedir (MEB, 2005a:20). Öğretim
kademelerinde atlaslardan, haritaların açıklanması, konum, semboller, yön
tayinleri, mesafe hesaplanması, bilgi toplama ve sonuçların elde edilmesi ve
harita çizimi gibi genel becerilerin kazandırılmasında yararlanılmalıdır (Girgin
vd, 2001).
İLKÖĞRETİM VE ORTAÖĞRETİMDE HARİTA BECERİLERİ
Öğrenciler, ilk ve orta öğretim kademelerinde, her sınıfta okurken, çok çeşitli
coğrafi gösterimler ve araçları (özellikle de haritaları) kullanmalıdırlar. Haritalar,
öğrencinin okumuş olduğu sınıf seviyesi ve öğrencinin yeteneklerindeki
değişmeye bağlı olarak, mekansal ve sembolik bilgilerin işlenip, sunulduğu soyut
simgelerdir. Alt sınıflarda, öğrencilere haritanın ne olduğu gösterilmeli ve
haritayı algılarken yazılı bir kelime, nasıl cümle içinde bir bilginin parçası ise,
haritayı da aynı mantıkla algılamaları sağlanmalıdır. Onlara imkanlar verilerek,
farklı haritaları okuyup, yorumlamaları sağlanarak, sınıfları, okulları ya da
mahallelerinin haritalarını yapmaları sağlanmalıdır. Daha üst sınıflarda,
öğrencinin kavrama ve anlama kabiliyetinin artmasına bağlı olarak, onların
beceri, bilgi ve anlamaları işin içine katılarak, harita okuma ve yapma daha
kompleks ve soyut hale getirilmelidir (GFL, 1994:63).
İlköğretimin ilk kademesinde basit şekiller ve kroki çizme, sembol kullanma
ve bu sembolleri açıklayan bir bölüm oluşturma becerileri üzerinde durulmalıdır.
Soyut düşünme becerisinin geliştiği 6. ve 7. sınıflarda ise haritaların diğer öğeleri
üzerinde durularak ölçek ve değişen ayrıntılar, harita çeşitlerini tanıma, harita
üzerinde verilen bilgiyi okuma-anlama ve yeni bilgiler aktarma üzerinde
durulmalıdır. Bu beceri kazandırılırken kullanılacak harita ve atlaslar öğrencilerin

Page 6
Alaattin KIZILÇAOĞLU
346

günlük hayatlarında karşılaşabilecekleri ve pratik olarak kullanabilecekleri türden
olmalıdır (MEB, 2005b:55).
Çeşitli öğretim kademelerinde öğrencilerden beklenen harita becerilerinin
düzeyi birbirinden farklıdır. Şimdi öğretim programlarımızda (hayat bilgisi,
sosyal bilgiler ve coğrafya) yer alan kazanımlar, etkinlik örnekleri ve açıklamalar
ile Amerika Birleşik Devletleri’nin Milli Coğrafya Standartları ve İlk ve
Ortaöğretim okulları belgesinde ortaya konan beceriler (GFL, 1994) dikkate
alınarak iki farklı seviyede (ilköğretim ve ortaöğretim) öğrencilere kazandırılması
gereken harita becerileri ve bu becerilere ilişkin aktivite örnekleri üzerinde
durulacaktır.
İlköğretimde Harita Becerileri ve Önerilen Etkinlik Örnekleri
Haritalar Üzerinde Coğrafi Sorular Sorma
Öğrenciler haritalara bakarak; Ne, Nerededir? Niçin oradadır? Yerinin
önemi nedir? gibi coğrafi soruları nasıl soracağını bilip, anlamalıdır (GFL, 1994).
Örneğin, bir dünya haritası üzerinde coğrafi konular hakkında spesifik sorular
(ulaşım güzergahları, saat farkları, ülkelerin özel paralellere göre konumu vb)
sorabilmeli.
Öğrenciler haritalara bakarak, coğrafi konuları teşhis edip, coğrafi
problemleri tanımlayarak, coğrafi sorular sorabilmenin nasıl olduğunu bilip,
anlamalıdır. Örneğin: Trafik, doğal yaşam ortamı, arazi kullanım, konut gibi
konular ile ilgili yerel meselelerdeki coğrafi problemler hakkında sorular
sorabilmeli ve sonra haritalar hazırlayarak bu problemleri özetleyebilmeli (GFL,
1994:49).
Haritalardan Coğrafi Bilgi Edinme
Öğrenciler, haritalardaki coğrafi bilgiyi nasıl keşfedeceğini, işleyeceğini bilip,
anlamalıdır. Örneğin, haritaları inceleyerek, farklı yerlerin fiziki ve beşeri
özellikleri hakkında bilgi edinebilmeli (örneğin, yerşekli, iklim, nüfus hareketleri,
ulaşım, turizm), harita üzerinde mekanlar arasındaki mesafe ve yönlere karar
verebilmeli, şehir içi arazi kullanımı haritalarına bakarak, kentsel fonksiyonların
dağılışını tespit edebilmeli, bir sahanın hava fotolarını inceleyerek fiziki ve beşeri
özelliklerin dağılışını aynı sahanın topografya haritasında belirleyebilmeli.
Öğrenciler bilgi edinmek maksadıyla haritalara bakarak; Ne?, Nerede? gibi
soruların cevabını bulabilmeli ve haritalar üzerinde yön tespiti ile mesafe
ölçümleri yapabilmelidir. Örneğin, öğrenciler aşağıda verilen haritadan
yararlanarak şu soruların cevabını verebilmelidir: 1. En geniş adanın adı nedir?,
2. Haritada verilen okyanusun adı nedir?, 3. En batıda yer alan ada hangisidir?,
4. En güneydeki adanın adı nedir?, 5. “Hilo” ile “Captain Cook” arasındaki
mesafe kaç mildir?, 6. “Hilo” dan “Mauna Kea” ye seyahat ederken hangi yönde
yol almış olursunuz?

Page 7
Harita Becerilerine Pedagojik Bir Bakış
347

Kaynak: http://www.enchantedlearning.com/geo...eading/1.shtml

| 0 yorum ]

BİZANSTA CEBİR

Bazı kaynaklar, Bizansta ileri bir matematiğin varlığı hakkında geniş bilgi verirler. Ortalama 1000 yıllık hayatı olan Bizansin, matematik tarihinde, Eski Yunan matematiğini, ilerletip geliştirmesi bakımından, pek parlak bir duruma sahip değildi. Bu devir matematikçileri olarak belirtilen ve aynı zamanda Nikomedya (İzmit) rahibi olan Masimus Planudes (İzmit 1260 - İstanbul 1310), Dio-fantos un birinci ve ikinci kitaplarına dair sadece tefsir yazabilmiştir. M. Planudesin en çok bah-sedilen eseri, 1300 yılında yazdığı Hint Hesabıdır. Planudes; bu eserinde, karekök alma kuralı-nı, Diafantosun eserini esas almak suretiyle Hint metodunu tatbik etmişti. 14. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, 15. yüzyılın ilk yarısına kadar (İstanbulun fethi yıllarına ka-dar), Bizans matematiğinde bilim tarihinde isim bırakmış matematikçilere rastlanılmaz. Bu tarih-lerde, siyasal olaylar yüzünden, bilim ihmal edilmiştir. Bu tarihlerin ilginç bir olayı, İstanbulda giz-li kalmış özel kişisel kitaplıkların dışında, elyazması ne kadar eser varsa İtalyaya götürülmüştür. İstanbulda el yazmalarına ait hiç bir eser bırakmamışlardır. Givanni Aurispanin (1369-1460) Bi-zanstan Venedike 238 el yazması eser götürdüğü tarihi bir olay olarak bilinmektedir. Bizans matematiğinin durumunu, ayrıntılarıyla incelemiş olan Hamit Dilgan Matematik Tarih ve Tekamülüne Bir Bakış adlı eserinde şöyle yazar : "Bizansta tam anlamıyla büyük matematikçi yetişmemiştir. Bir çoğunun eserleri (birkaçı müstesna) mütevazi ve basittir, Hatta bazılarının eser-lerindeki problemlerin, yazarları tarafından anlaşılamadığı seziliyor... Bütün bu hususlar, Eski Yunan dehasının gerilemiş ve tükenmiş olduğuna canlı birer örnek teşkil eder. Şu kadar var ki, Bizans matematiği, aynı devrelerdeki Roma matematiğinden çok daha ileri bir durumda olmakla beraber, Doğu İslam Dünyası Matematiğine nazaran çok geri kalmıştı. Kaynak: Fen Bilimleri Tarihi - Lütfi Göker CEBİRİN AVRUPADA GÖRÜLMESİ Matematik tarihi eserleri; yazılan ilk cebir kitabının Harezminin el-Kitabül Muhtasar fi Hesabil Cebri vel Mukabele adlı eseri olduğunu belirtir. Batılı yazarların da belirttikleri gibi, İspanya yo-luyla Avrupaya giren ilk cebir kitabı, Harezminin adını belirttiğimiz eseridir. Bu eserde görülen çözüm yolları, İtalyan matematikçi, Leonardo Pisano (1170 - 1250) tarafından yazılmış Liner Aba-cı (Hesap Metodu) adlı kitap ile 1202 yılında İtalyaya girmiştir. Bu eser, Batılı matematikçilerden; Passioli, Tartiaglie ve Cardonun çalışmalarına temel eser olmuştur. Öyle ki, bu matematikçilerin eserleri incelendiğinde, Harezmiye ait izlerin varlığını görmek müm-kündür. Harezminin eseri ile yukarıda adlarını belirttiğimiz matematikçilerin eserlerini ayrıntılarıy-la incelemiş olan Hamid Dilgan bu konu ile ilgili olarak aynen şunları söyler: "Batılı yazarlar ce-biri, Cebri vel Mukabel adlı eserin Latince tercümesinden öğrenmişlerdir." Adnan Adıvar ise bir makalesinde şunları...
Dökümanı bilgisayarınıza indirmek için buraya tıklayınız.

| 0 yorum ]

1923 yılında Cumhuriyetin ilanından sonra Türkiye ekonomisi hızla gelişmiştir. Elimizdeki bilgilere göre Cumhuriyetin ilk yıllarında doların bugünkü değeri ile kişi başına ulusal gelir 250-300 dolar arasında iken, bu gelir 1993'de 2200 dolaylarına yükselmiş, yani ulusal gelirimiz 70 yılda7-8 kat artmıştır. 1950 öncesi rakamlarını çok iyi tahmin edememekle birlikte elimizde 1950 sonrası için oldukça iyi tahminler vardır. Bunlara göre 1950-1993 arasında ulusal gelirin yıllık ortalama artış hızı yüzde 5,6 dolaylarındadır. Kuşkusuz artış hızı yıldan yıla değişebilmektedir. Fakat asıl dikkati çekmesi gereken olay, ulusal gelirdeki artış hızı 1950-1977 arasında ortalama olarak yıllık yüzde 6,6 olmuşken, 1978 ile 1993 arasında bunun yüzde 4,5 dolaylarına düşmüş olmasıdır.
Söz konusu 70 yıllık dönemi iki bölümde incelersek; birinci dönemde (1920-1980) ekonomide içe dönük-ithalat ikamesini(dış-alım yerine yerli üretimi özendirme amaç edilen bir politika uygulanmış, hatta zaman zaman ülkenin dış dünyadan ilgisi neredeyse tümüyle kesilmiştir. İkinci dönem, 1980'de başlamış ve zamanımıza kadar süregelmiştir. Bu dönemde ekonomi dışa açılmış, dışalımı özendiren bir ekonomi politikası uygulanmıştır ve uygulanmaktadır.
İthalat ikamesi ( dışalımdan kaynaklanan yabancı malların ülkede üretilmesini özendiren) politikalarının uygulandığı dönemde ekonomi hızla gelişmiş ise de bütün dönem boyunca zaman zaman dış ödeme güçlüğü, enflasyon gibi sorunlar ortaya çıkmış ve ekonomi duraklama dönemine girmiştir. Her defasında sorunlar içe dönme politikasından ödünler vererek çözülmüş, fakat birkaç yıl sonra yine içe dönülmüştür.
1980 sonlarındaki dışa dönme de aynı nedenlerle olmuştur. Ancak bu kez 1980-1989 arasında ekonomi bu politikayı inatçı bir biçimde sürdürdü. Sonuçta ekonomiyi 50-55 yıl zorluklara sokan dış ödemeler sorunu çözülmüştür. Ama 1994'e kadar son 15 yıldır büyüme hızı eski rakamların 2/3'ü kadar, yılda yüzde 4-5 oranında gerçekleşebilmiş ve enflasyon, 1980'li yılların ortasından sonra yıllık yüzde 50'nin üstüne çıktıktan sonra, bunu aşağıya çekmek olanağı da bulunmamıştır. Ayrıca dönemin başından beri Türkiye'nin karşı karşıya kaldığı işsizlik, köyü gelir bölüşümügibi temel sorunları çözülememiştir.
Bu bağlamda; 1994 yılları başlarında Türkiye ekonomisi, ekonomiyi iyi izleyenlerce son bir yıldır beklenen, ama ekonomiyi yönetenler tarafından genellikle beklenmeyen bir bunalıma girmiştir. Bunun nasıl biteceği de Nisan 1994'te henüz belli değildi. 26 Ocak 1994 Çarşamba günü tapılan 13,6 oranındaki develüasyon kararına kadar enflasyon dışında her şeyin eskisi gibi devam edeceği sanılmaktaydı. Ekonomiyi yönetenlerin çoğu enflasyonun yükseleceğinden endişeliydi. Fakat döviz fiyatlarının üç ayda yüzde 230 yükseleceği tahmin edilememişti. Hele son yıllarda yüzde 6-8 oranlarında büyümekte olan ulusal gelirin büyümesinin hızla azalacağını, faiz oranlarının yüzde 100'den fazla yıllık yüzde 1000 düzeylerine yükselebileceğini, endüstri ve ticaretin durma noktasına ge...
Dökümanı bilgisayarınıza indirmek için buraya tıklayınız.

| 0 yorum ]


Türk milleti gibi, Türk ordusunun da şanlı, şerefli bir tarihi vardır. Türklerde siyasî hayat, orduyla birlikte doğmuş ve gelişmiştir. Ordu-millet bütünlüğü, tarihin her devrinde değişmeyen bir gelenektir. Türk tarihinin bu geleneği, Orta Asya’daki ana yurtlarında ve göçlerden sonra dünya tarihinde önemli roller oynamıştır. Orta Asya’da kurulan Hun İmparatorluğu, ilk Türk Devleti kabul edilir. Bunu, Göktürk ve Uygur devletleri takip etmektedir.

Orta Asya’da hüküm süren Türk devletlerinin düzenli orduları vardı. Süvari birlikleri, ordunun esasını teşkil ediyordu. Cesur ve cengâver askerlere sahip bu ordular, Asya’ya hakim oldukları gibi, Avrupa’nın içlerine kadar ilerlemişlerdir. Hun Türkleri, Hakan Mete’nin kumandasında 400.000 süvariyle, M.Ö. 201’de Çin karargâhını kuşatmıştır. Bunlardan sonra gelen Türk devletleri daha batıdaki topraklar üzerine kurulmuştur. İslâmiyet’in yayılmasıyla, Türkler kitleler hâlinde Müslüman olmuş, böylece İslâmiyet’in şerefi, Türklüğün asaletiyle yan yana gelince tarihe şan veren büyük devletler kurulmuştur. Bu devletlerin ordularının müşterek gayesi; İslâmiyet’i insanlara duyurmak, onları dünyada ve ahirette rahat ettirecek bir yolu onlara bildirmek olmuştur. 1040 yılındaki Dandanakan Savaşından sonra Oğuz Türkleri tarafından kurulan Büyük Selçuklu Devleti ve 1071’de Malazgirt’te büyük kuvvetlere sahip Bizans hükümdarı Diyojen’i yenen Alparslan, aynı inançla hareket etmişlerdir. Büyük Selçukluları, Beylikler, Anadolu Selçukluları ve Osmanlı Devleti zamanı takip etmiştir. Bu devletlerin devamı ve ülkeler fethetmeleri, hep orduları sayesinde olmuştur. Bir ideal için savaşan Türk orduları, tarih boyunca Asya, Afrika ve Avrupa’da bayrak ve sancaklarını dalgalandırmışlar, inanç, örf ve âdetlerinin o beldelerde yerleşmesinde öncülük etmişlerdir. Bu idealin Allah tarafından kendilerine verildiğine inanan Türkler, tarih boyunca bunu hiç kaybetmemişlerdir. Bu bakımdan, hiçbir zaman gelişi güzel yapılmayan savaşlarda, milyonlarca Türk evlâdının kanı, katî surette boş yere dökülmemiştir. Türk ordularını kıtadan kıtaya dolaştıran hep bu ideal olmuştur.

Türkler, bulundukları her yerde, ıstırap çeken, hor görülen, yanlış inançlara sapmış milyonlarca insanı korumuş, oralarda hak ve adaletin temelini atmışlardır. Türk ordusunda; sömürü, soygun, katliam ve ahlâksızlık yoktur. Aksine, insanlık, hamiyet, şefkat, hakka saygı ve adalet vardır. Zalimlerin karşısında, mazlumların yanında, hakkın müdâfii olan Türk ordusu, gittiği her yerde kurtarıcı olarak karşılanmıştır.

Selçuklular; eski Türk onlu sistemi, ıkta sistemi, lüzumunda ücretli askerler ve uclarda Türk beyliklerinin emrindeki Türkmenlerle muhteşem bir ordu kurmuşlardı. Anadolu Selçuklularının askerî teşkilâtı da, Büyük Selçuklu askerî teşkilâtı gibiydi. Maaşlı asker, hükümdarın maiyetinde bulunurdu; bunlar yaya ve atlı olurlardı. Timarı olan askerle ümerânın beslemeye mecbur olduğu asker, ordunun esasını teşkil ediyordu.

Ateşli silahların bulunmasıyla, Türkler bu yeniliği derhal askerî sahada kullanmasını bildiler. Selçuklu ordusunda top kullanılmıştır. Osmanlılar, kendilerinden önceki Türk devletlerinin ordularının kuruluş teşkilatlarından istifade ederek kendilerine has bir ordu meydana getirdiler.

Osmanlı Devleti, modern manâda ilk daimi orduyu Birinci Murad Han zamanında Yeniçeri ordusu adıyla kurdu. Yeniçeri ordusu, disiplin, cesaret ve teşkilât bakımından zamanının en mükemmel ordusu unvanını kazandı. Osmanlılarda, 1389 yılında Kosova Muhârebelerine topçu birliği katılmıştır. Fatih Sultan Mehmed Han zamanında Osmanlı ordusunda topçuluk çok gelişmiş ve İstanbul’un fethi sırasında en ileri teknikte toplar kullanılmıştır.

Osmanlı ordusu; Kapıkulu, Eyalet ve Deniz Kuvvetleri olarak üç kısımdı. Kapıkulu askerleri; yaya sınıfından olan Yeniçeri, Cebeci, Topçu ocaklarıyla, yine bir ocak olan Atlı Bölüklerden meydana geliyordu. Bu iki sınıf asker, padişahın şahsına mahsus maaşlı merkez kuvvetleriydi ve padişah nerede bulunursa onunla beraber bulunurlardı. Eyalet askerleri ise başlıca Topraklı ve Timarlı Sipâhi denilen süvarilerle, Yaya, Müsellem, Azab ve bir de Rumeli sınırlarındaki Akıncılardan meydana gelmekteydi. Osmanlı Devleti, yaptığı fetihlerde timar usulünü uygulayarak geliştirmiş ve bu suretle dirlik sahipleri, bırakılmış olan bu gelir karşılığı, devletin korunmasını sağlayan ordunun bir kısmının hazırlanmasını üzerlerine almışlardır. Timarlı Sipâhiler, her sancakta bölüklere ayrılmışlardı. Her on bölük, Alay Beyinin komutası altında toplanırdı. Alay Beyleri savaş olduğunda, bölgesindeki Sancak Beylerinin, onlar da Şehzâdelerin veya Beylerbeyilerin komutası altında sefere giderlerdi. Sipahilerin onda biri, sefer esnasında hem bölgelerinin korunması hem de âsâyişin sağlanması ve giden arkadaşlarının işlerini görüp, toprağın işletilmesi için sırayla nöbetleşe ülkede kalırlardı.

Çaka Beyin İzmir’de tersane kurmasıyla Türklerde başlayan denizcilik, Osmanlılar zamanında çok gelişti. On altıncı yüzyılda Türk donanmaları, Akdeniz, Kızıldeniz ve Umman Denizinde serbestçe dolaşabiliyordu. Bu yıllarda Osmanlı Devletinin Donanması; Devlet Filosu, Derya Beyleri Filosu ve Garp Ocakları (Cezâyir, Tunus, Trablusgarb) Filosu olmak üzere üç filodan kurulu bir kuvvet halindeydi. On sekizinci yüzyılda duraklama devresine giren deniz kuvvetleri, 19. yüzyılda süratle makine devrine geçti. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurulmasıyla zamanın deniz kuvvetleri kuruluşuna geçilmiş, modern deniz araçları yapım ve alımına devam edilmiştir.

On dokuzuncu asrın sonunda, 20. asrın başında dünya ordularında Hava Kuvvetlerinin kurulması ve gelişmesi neticesinde Türk Hava Kuvvetlerinin temelleri 1911 yılında atıldı. Balkan Savaşında ilk defa savaş görevi yapan pilotlar, Birinci Dünya ve İstiklâl savaşlarında ellerindeki imkânların azlığına rağmen, büyük hizmetlerde bulundular.

Daima düzenli, tertipli ve uzun ömürlü devletler kurma özelliğine sahip olan Türkler, yurtlarında iç güvenlik ve huzurun sağlanması için kanunlar koymuşlar ve teşkilâtlar kurmuşlardır. Göktürklere ait Orhun Kitâbelerinde ‘yargan’ kelimesiyle ifade edilen bir zabıta teşkilâtının, hakanın emrinde olarak, emniyet ve âsâyişi sağladığı bilinmektedir.

Büyük Selçuklularda Şahne ve Anadolu Selçuklularında Subaşı, zabıta teşkilâtı ve faaliyetlerini yürüten sorumlu memuriyet ve makamlar arasında bulunuyordu. Osmanlı İmparatorluğunda zabıta görevini yapan kuruluşlar birleştirilerek 1846’da Serasker makamına bağlı Zaptiye Müşirliği kurulmuştur. 1880 yılında Zaptiye adı Jandarma olarak değiştirilmiştir.

Türk ordusunda, kanunlara saygı eksiksiz ve tamdı. Bunun yanında geleneklere titizlikle riayet edilirdi. Osmanlı ordusunda, padişaha büyük saygı duyulurdu. Onun büyük otoritesi sayesinde zaferlere erişilirdi. Bunun yanında bayrağa saygı sarsılmaz askerî geleneklerdendi.

Osmanlı ordusunun kuruluş ve yükselme devrinde tam uyguladığı görevi; iç ve dış düşmana karşı devleti savunmaktır. Bu görevin mesuliyeti çok ağır, başka işle uğraşmaya izin vermeyecek kadar kutsaldır. Ordu politikayla uğraşmaz. Politikaya bulaşan ordu, devleti savunacağı yerde politikacı olarak onu yıkacaktır. Osmanlı ordusunun politikaya karışması 1876 yılından sonra önü alınmaz bir hâle geldi. İlk defa subaylarda başlayan bu hal, 1908 yılından sonra bütün orduya sirayet etti. Bâbıâli Baskını, Balkan Harbi üniformaların siyaset meydanlarına asılmasına sebep oldu. Bu ise ordunun mahvında, devletin yıkılmasında önemli rol oynadı. İstiklâl Harbinde bundan arınan ordu, yıkılmayan inancıyla zor şartlar altında istiklâlini yeniden kazandı.

Bilhassa 1950 yılından sonra modern silahlarla teçhiz edilen Türk ordusu, her geçen gün gelişen silah teknolojisinden istifade ederek kendini yenilemekte, dostlarına güven, düşmanlarına korku vermektedir. Kanunî zamanında fevkalâde büyükelçi olan, amansız Türk-İslâm düşmanı Baron Von Busbecq, Türk ordusu için şöyle diyor:

“Türk sistemini kendi sistemimizle mukayese ettiğim zaman, istikbalin başımıza getireceği şeyleri düşünerek titriyorum. Bir ordu galip gelecek ve payidar olacak, diğeri de mahvolacaktır. Çünkü şüphesiz, ikisi de sağlam surette devam edemezler. Türklerin tarafında, kuvvetli bir imparatorluğun bütün kaynakları mevcut; hiç sarsılmamış bir kuvvet var. Sefer görmüş askerler, zafer itiyatları, meşakkatlere tahammül kabiliyeti, birlik, düzen, disiplin, kanaatkârlık ve uyanıklık var. Bizim tarafta ise, umumî fakirlik, hususî israf, sarsılmış kuvvet, bozulmuş maneviyat, tahammülsüzlük ve idmansızlık var. Askerlerimiz serkeştir, subaylarımız tamahkârdır. Disiplini hor görüyoruz. Sebatsızlık, serkeşlik, sarhoşluk, sefahat, bizde bol bol mevcuttur. Bütün bunların en kötüsü, düşmanın (Türklerin) zafere, bizim de hezimete alışkın bulunmamızdır… Bizim askerlerimiz arasında olduğu gibi, hiçbir tarafta bir sarhoşluk, cümbüş yâhut kumar gibi şeylere tesadüf edemezsiniz. Türkler, kâğıt ve zar oyunu bilmezler…”

Meşhur İngiliz diplomatı Ricault, ordu-yu hümâyun ile Uyvar Seferine katılmıştır. Müşahedelerini şöyle anlatır:

“…Ordugâhta en küçük bir gürültü ve münakaşa duymak mümkün değildir. Halk, ordularının geçişi sırasında en ufak bir endişe hissetmez. Ordu geçtiği yerde herşeyi peşin para ile satın alır, hanlarda geceleyen asker parasını öder. Türk ordugâhında, kızlarına tecavüz edildiği için şikâyete gelen anneler görmek mümkün değildir. Malının asker tarafından yağma edildiğini, hoş olmayan herhangi bir davranışla karşılaştığını söyleyerek şikâyete gelen de yoktur. Zira böyle şeyler olmaz. Bu düzen, Türk ordusunu muzaffer kılmış ve imparatorluklarını muntazam şekilde büyütmüştür. Biz Hıristiyanların ordularına ise şarap, Türk ordusunda görülenlerin tamamen aksini husule getirmiştir…”

Aynı konuda Iorga ise şöyle demektedir:

“Bir Avrupa ordusunun bir ülkeden geçmesi, o ülkenin halkı için felâket, bir Türk ordusunun geçişiyse saadetti. Halk, Türk ordusunun kendi memleketlerinden geçmesini dört gözle beklerdi. Zengin Türk askerleriyle geniş ölçüde alış veriş yaparlardı. Balkanlarda genç Hıristiyan kızları, tek başlarına, mal satmak için, endişesizce Türk ordugâhına girerlerdi. Aynı durum Avrupa orduları için hayal bile edilemezdi.

On sekizinci asrın başlarında ise Kont Bonneval; “Mâhir bir kumandan, Türk askeri ile dünyayı bir kutuptan diğer kutba kat edebilir…” demektedir.

| 0 yorum ]

Lütfi ŞAHİN

Zaman içerisinde zorluklar ile mücadele eden insanlar, bu zorlukları yenmek için bilimsel verileri kullanma yoluna gitmişlerdir. Bu kullanma ifadesini ele alırken, önceleri sadece somut ve nitel düzeyde iken yıllar içerisinde soyut ve nicel bütünler topluluğu oluşturulmuştur.


Zaman içerisinde zorluklar ile mücadele eden insanlar, bu zorlukları yenmek için bilimsel verileri kullanma yoluna gitmişlerdir. Bu kullanma ifadesini ele alırken, önceleri sadece somut ve nitel düzeyde iken yıllar içerisinde soyut ve nicel bütünler topluluğu oluşturulmuştur. Konu ile ilgili çalışmalar , insanlara istatistiki veriler yanında önemli bilginlerin biyograflarını hazırlama ile ilgili kıstaslara kadar ulaşmıştır.

Bu ifadeler içerisinde hazırlanan biyograflardan biriside Newton adı verilen kişi olmuştur. Büyük bir gözlemci olan Isaac Newton, istatistiki tabandan çok nitel çerçevede ele aldığı veriler topluluğunu kendi beyni ve o zamanki teknik bilgiler çerçevesinde sentez ettiği zaman gördü ki: Yük*Yük kolu= Kuvvet*Kuvvet kolu Newton, bu ifadelerin basit makineler için gerekli ifadeler olduğunu biliyordu ve bu formüle dayanarak dedi ki;Bana uzayda öyle bir destek noktası verin ki, Dünyayı yerinden oynatayım. Newtonun bu ifadesi, yukarıdaki veriler çerçevesinde mümkündür. Yeterince uzun ve dayanıklı bir sopa ve bu sopayı destekleyecek ölçüde bir destek noktası ile Dünyayı yerinden oynatmak mümkündür. Newtonun ifade şekline benzer bir ifadeyi de ben fizikçilere öneri olarak sunmak istiyorum.

Bu ifade içerisinde kullanacağımız formüller ise şunlardır: Çevre=2*∏*R Relativistik parçanın dinamikleri ve hesaplamaları Bu ifadeler çerçevesinde yeterince uzun olan bir telin yeterince hızlı bir şekilde döndürüldüğü zaman çevre hesaplamalarından ışık hızını geçmesi gerekecektir. Örneğin 50 km uzunlukta olan bir telin saniyede 1000 sefer döndürülmesi demek, uç noktalarda ışık hızına ulaşmayı gerektirmektedir. Ya birde bu telin boyutunu daha fazla yapacak olursak o taktirde uç kısımlarda ışık hızını geçme gibi bir ifadeye ulaşmış oluruz. Ancak relativistik parçanın dinamikleri bize bunun mümkün olmadığını ifade etmektedir. Şimdi ben sözümü şu şekilde ifade edeyim:Bana yeterince uzun bir tel ve kuvvetli bir motor verin, size ışık hızını geçmenin yolunu göstereyim. Bu ifadenin doğruluğunu ise fizikçilere bırakıyorum

| 0 yorum ]

Neval Orbay

Çin, toplam uzunlukları 226.800 kilometreye ulaşan, 2.6 milyon metreküp debili, 50 binden fazla akarsuya sahip bir ülke olarak, önemli bir hidroelektrik enerji potansiyeline sahiptir. Yılda ortalama % 9 ekonomik büyüme ve hızlı sınai gelişim, Çin'in sınırlı olan enerji kaynaklarını maksimum düzeyde kullanmasını ve bu kaynakları çeşitlendirmesini zorunlu kılmaktadır. Enerji ihtiyacının büyük bir kısmı ülke içinden temin edilen kömür ve giderek artan miktarda ithal edilen petrolün yanısıra, hidroelektrik gücünden karşılanmaya çalışılmaktadır.


Halk Cumhuriyeti'nin kurulduğu 1949 yılından önce 23 büyük ve orta ölçekli baraja sahip bulunan Çin, dışa açılma ve ekonomik reform sürecine girdiği 70'li yılların sonundan bu yana elektrik enerjisi üretimini, kalkınmasının önemli bir parçası haline getirmiş, akarsularda baraj inşası için büyük yatırımlar yapmıştır. Bugün ülkede 20 binden fazla büyük (15 metreden yüksek) baraj mevcuttur.

Barajlara yapılan bu yatırımlar, Çin'in ekonomik gelişim sürecinde enerji ihtiyacının karşılanmasının yanı sıra, yerel kalkınmanın teşvikinde vazgeçilmez bir unsur olarak da görülmektedir. Buna ilaveten, Çin yönetimi, 1920'de 500 bin, 1942'de 1 milyon kişinin ölümüne neden olan kuraklıklar, 1931 'de 145 bin kişinin, 1935'te ise 140 bin kişinin hayatına mal olan sel felaketlerini örnek göstererek, bu tür doğal afetlerin etkisinin en aza indirilmesi amacıyla akarsuların geliştirilmesi ve baraj inşasını, alternatifi olmayan bir seçenek olarak takdim etmektedir.

Mekong Nehri ve Büyük Mekong Alt-Bölgesi (Greater Mekong Sub-region/GMS)

Hidroelektrik enerji konusunda ön plana çıkan nehirlerden biri, Tibet Özerk Bölgesi'nden doğan ve Çin' in güney komşularının topraklarından geçerek denize kavuşan 4688 kilometre uzunluğundaki Mekong nehridir. Çin, Myanrnar, Laos, Tayland, Kamboçya ve Vietnam topraklarından geçen Mekong nehri, sınır aşan akarsu olma özelliği ile Çin için güney komşu ülkeleriyle hem işbirliği hem ihtilaf potansiyeli taşıyan ve gerek suların kullanımı, gerek ulaşım konularında bölgesel ve uluslararası boyuta sahip bir nehirdir.

Çin, Mekong nehri üzerinde mevcut iki baraja ilaveten inşasını planladığı altı yeni baraj ile, esas itibarıyla, sanayileşmenin yoğun olduğu doğu bölgelerinin elektirik ihtiyacının karşılanmasına katkıda bulunmak kadar, başta Tayland olmak üzere Güney Doğu Asya pazarına elektrik ihraç etmeyi de amaçlamaktadır. Bunun yanı sıra, yağmurlu mevsimlerde suyun akışının % 17 oranında azaltılması, kuru mevsimlerde ise % 40 oranında arttırılması imkanı ile kuraklık ve sellerin etkisini azaltmayı amaçlamaktadır.

Diğer taraftan, aşağı kıyıdaş ülkelerden ve uluslararası kuruluşlardan gelebilecek endişeleri yatıştırmak amacıyla Çin, anılan nehirle ilgili olarak baraj konusunu ön plana çıkartmamaya gayret etmekte, bunun bir sonucu olarak da, Mekong sularının kullanımı ve ulaşım konularında düzenlemeler içeren Mekong Nehri Komisyonu'na tam üye olarak katılmak yerine, diyalog ortağı sıfatıyla Komisyon çalışmalarını izlemektedir. Çin buna karşılık, Büyük Mekong Alt-bölgesi programına aktif bir şekilde iştirak etmektedir.

1992 yılında Asya Kalkınma Bankası'nın desteğiyle başlatılan Büyük Mekong Alt bölgesi programı, Mekong havzasında sürdürülebilir ekonomik kalkınma ve hayat standartlarının yükseltilmesini hedeflemektedir. Bu amaçla ulaşım, enerji, telekomünikasyon, tarım, çevre, insan kaynakları gelişimi, turizm, ticaret ve yatırım olmak üzere 9 alanda işbirliği mekanizmaları kurulmuştur.

Doğal kaynaklar açısından zengin olmakla birlikte altyapı eksiklikleri olan Mekong ülkeleri, yukarıda sayılan alanlarda çeşitli ortak projeler yürütmektedir. Bunlar arasında, Çin- Tayland; Tayland-Vietnam-Laos otoyolu inşası, optik fiber kablo döşenmesi, bölgesel enerji şebekesi kurulması, Büyük Mekong Alt-bölgesinin tek bir turizm güzergahı olarak tanıtılması, ortak vize rejimi gibi uzun vadeli ve iddialı projeler yer almaktadır. Program, üç yılda bir yapılan hükümet başkanları zirvesi ile belirli bir siyasi altyapıya da kavuşturulmuştur.

Büyük Mekong Alt-bölgesi programı, Çin'in bölgesel entegrasyon ve işbirliğinin teşviki politikası ile de uyum içindedir. Çin, Program içinde su kaynakları ve hidroelektrik enerji konusunu öncelikli işbirliği alanları içine dahil ettirmemiştir. Böylece bir yandan Mekong üzerindeki baraj projelerini belirli bir serbesti içinde yürütebilİrken, diğer yandan Büyük Mekong Alt-bölgesi programını bölgesel bir kalkınma projesi olarak takdim etmek suretiyle, Mekong'u bir "refah havzası" haline getirme hedefıni ön plana çıkartmaktadır. Çin, üye ülkelerin ortak çıkarlarına vurgu yapmakta, çalışmaların odağını, yoksulluğun giderilmesi, yatırımların teşviki, ekonomik ve ticari ilişkilerin geliştirilmesi gibi hususlara yönlendirilmektedir. Hatta bu amaçla Mekong içinde 20 milyon dolar tutarında bir "Çin fonu" da oluşturmuştur. Ancak orta ve uzun vadede nehirle ilgili çevre sorunlarının ortaya çıkması, ilgili ülkelerin duyarlılıklarını arttınnaları ve Çin üzerinde yaratılacak kamuoyu baskısının gözardı edilemeyecek düzeye gelmesi ihtimali de tabiatıyla mevcuttur. Bu durumda, Çin 'in de sorunlara daha hassas yaklaşması ve endişeleri yatıştırmaya yönelik çaba içine girmesi beklenebilir. Esasen Çin, baraj projeleriyle ilgili olarak uluslararası alanda baskı ve eleştirilere yabancı değildir. Bu eleştirilerin başında, inşası devam etmekte ­olan Üç Boğazlar Barajı 'na yönelik olarak uluslararası kamuoyundan, insan hakları derneklerinden ve çevre örgütlerinden aldığı tepkiler yer almaktadır.

Üç Boğazlar Barajı

Çin'in halen en iddialı baraj projesi, Yangtze nehri üzerinde inşası devam etmekte olan Üç Boğazlar Barajı'dır. 1993 yılında yapımına başlanan ve 2009 yılında tamamlanması planlanan 22 milyar dolarlık barajın, 18.200 megawattlık kapasiteye sahip 26 jeneratörü ile dünyanın en büyük barajı olması öngörülmektedir. Baraj, yılın altı ayında 10 bin tonluk şileplerin Çin'in iç bölgelerine taşımacılık yapmaları imkanını da tanıyacaktır. Baraj, Çin Seddi 'nden sonra Çin' deki en büyük inşaat projesi olarak anılmaktadır.

Tabiatıyla bu dev proje, dünya tarafından dikkatle izlenmekte, zaman zaman da çeşitli hükümet dışı örgütlerin yoğun eleştirilerine maruz kalmaktadır. Proje nedeniyle bugüne kadar Çin kaynaklarına göre 1.1 milyon, yabancı kaynaklara göre 1.8 milyon kişi yaşadıkları topraklardan çıkarılmıştır. Bu kişilerin yeni yerleşim alanlarına yerleştirilmeleri için yeterli düzenlemelerin yapılmadığı, kayıpların tazmini için ayrılan kaynakların ise yerel yönetimlerce başka amaçlarla kullanıldığı ileri sürülmektedir. Öte yandan, baraj nedeniyle sular altında kalacak tarım alanlarının, Çin'de en verimli topraklar olması da bir talihsizlik olarak değerlendirilmektedir.

Çevre sorunlarına duyarsız olmadığını vurgulayan Çin, bununla birlikte önceliğin fakirliğin azaltılmasına yönelik çalışmalara verilmesi gerektiği, akarsularda hidroelektiİk enerji üretiminin sürdürülebilir kalkınmaya yapacağı katkıların bu anlamda çok önemli olduğu, dolayısıyla gelişmekte olan ülkelerin hidroelektrik enerji ihtiyaçlarını karşılama çabalarının engellenmemesi gerektiği tezini savunmaktadır.

Çevreyle ilgili hükümet dışı örgütlerin karşıt kampanyalarına ve hatta Dünya Bankası ve ABD Eximbank’ın projeye kaynak sağlamayı reddetmesine rağmen, Çin, proje için Kanada, Almanya, İsviçre, İsveç gibi ülkelerden 1.4 milyar dolarlık finansman temin etmeyi başarmıştır. Barajın yapımı da planlandığı takvimde devam etmektedir.

Netice itibarıyla, yeni yüzyılda Çin'in kalkınmasının sembolü olarak tanımlanan Üç Boğazlar Barajı, Çin için bir ulusal gurur meselesi haline gelmiş olup, gerek iç gerek uluslararası alanda gelen baskılar, ancak rejimin izin verdiği ölçüde kamuya yansıtılmakta ve dikkate alınmaktadır. Diğer taraftan, en az % 7 büyüme hızını korumak zorunda olan Çin'in, bu amacına ulaşma yolunda karşısındaki en ciddi sıkıntılardan biri olan enerji ihtiyacını, mümkün olan her koldan temin etmekten başka çaresi olmadığının bilinciyle, hidroelektrik enerji alanına yaptığı yatırımlarına son hızıyla devam etmesi beklenmektedir.

Neval Orbay / Pekin Büyükelçiliği

| 0 yorum ]

Ay'ın kütlesi Dünya'nın 81'de biri kadardır ve bir gezegen uydusu olabilmek için çok büyüktür. Güneş sistemimizde başka örneği yoktur. Gerçi Jüpiter, Satürn ve Neptün'ün de Ay'ın boyut ve kütlesine yakın uyduları vardır ama bu gezegenlerin kütleleri de dünyamızdan sırasıyla 318, 95 ve 12 kat daha çoktur. Bu durumda Ay'ın oluşumu özel bir problem niteliğini taşıyor.

Dünyamızın tek doğal uydusu, uzaydaki en yakın komşumuz Ay, binlerce yıl önceki uygarlıklar tarafından Tanrıça olarak değerlendirilirken, zamanla düzenli hareketleri ile takvimin oluşmasını da sağlamıştır.

Yakınlığı nedeni ile gözlemlenmesi kolay olan Ay'ın 17. yüzyılın başından itibaren teleskopla incelenmesine de başlandı ve bu gelişim 1969 yılında Ay'a ilk defa bir insanın ayak basmasıyla son aşamasına geldi.

Bütün bu gelişmelere rağmen Ay'ın nasıl oluştuğu hala bilinmiyor. Yaşının diğer gezegenler gibi dört küsur milyar yıl olduğu, şu anda dışında ve içinde hiç bir faaliyet olmayan ölü bir gök cismi olduğu, Dünya ile karşılıklı çekim gücü sonucunda denizlerde gel-git olayını yarattığı ve Dünya'nın dönüşünü gittikçe yavaşlattığı biliniyor ama nereden geldi, nasıl oluştu halen meçhul.

Ayın oluşumu hakkında üç teori vardır. Birincisi, dünyanın oluşumunun başlangıcında çok hızlı döndüğü ve bu nedenle bir parçasının koparak Ay'ı oluşturduğu şeklindedir. Yapılan hesaplamalara göre bu kopma olayının meydana gelebilmesi için Dünya'nın o zamanlar kendi ekseni etrafında iki saatte bir dönüş yapması gerekiyordu ki, bilimsel verilere göre, bu, mümkün değildir.

Ayrıca Dünya'nın ve Ay'ın yapılarındaki kimyasal birleşimlerin çok farklı olması ve bunun Ay'dan getirilen aytaşlarının analizleri sonucunda ispatlanması birinci teorinin doğruluğunu mümkün kılmamaktadır.

İkinci teori ise Ay'ın dünyanın yakınlarından geçerken, çekim alanına takılan bir gök cismi olduğudur. Bu tez, birinci teorideki kimyasal birleşim farkını açıklar ama bu şekilde, ayın hızını frenleyerek, yakalamayı sağlayacak büyük enerji miktarını bugüne kadar bilinen hiç bir oluşumun sağlayamayacağı hesap edilmiştir.

Üçüncü teoriye göre, Ay Dünya çevresinde dolanan, gaz, toz ve küçük taşlardan meydana gelen parçacıkların zamanla bir araya gelmesi sonucu oluşmuştur. Ancak bu da Ay'ın yörünge uzaklığım, neden büyük bir demir çekirdeğe sahip olmadığını ve kimyasal farklılığı açıklayamaz. Yani hiç bir teori ayın oluşumuna ait tutarlı bir açıklama getirememiştir.

Günümüzde Ay'ın tarihi çok iyi bilinmesine, 1969 ile 1972 yılları arasında Apollo projesi kapsamında üzerinde insanlar dolaşıp, dünyaya örnekler getirmelerine rağmen Ay'ın nasıl oluştuğu halen büyük bir sırdır.

Öyle görünüyor ki, günümüz bilimindeki tüm gelişmelere ve bu yoldaki gayretlere rağmen, biricik uydumuz Ay, sırlarını şimdilik bize açıklamak istemiyor. Ancak şurası mutlak ki, Ay genetik olarak dünyamızın yavrusu değil. Nereden geldi, kim bilir?

| 0 yorum ]

LAİKLİK

Türk ve yabancı bütün bilim adamları Atatürk inkılâbının en önemli öğesi olarak laikliği kabul ederler. Gerçi Türk inkılâbı, içinde taşıdığı ilkelerle bir bütündür. Ama bu bütünün dayandığı iki ana temel, milliyetçilik ve laiklik, öteki ilkeleri sağlamlaştırır.

Laikliğin kısa tanımı, daha önce belirlenmişti. Yeniden özetleyecek olursak, laiklik; devlet düzeninin ve hukuk kurallarının dine değil, akla ve bilime dayandırılmasıdır.

Çok uzun bir zaman hemen hemen bütün insan toplulukları, dinlerin koyduğu esaslara göre yönetilmişlerdir. Çünkü insanların akıl ve bilim alanlarında olgunlaşması kolay olmamış, uzun bir zaman almıştır. Bu dönemde insanlar, kendi akıl ve iradeleri dışında kalan birtakım güçler tarafından yönetildiklerini kabul ederek rahatlamışlardır. Bu sebeple, devletlerle özdeşleyen dinler ve din adamları, giderek büyük ölçüde güçlenmiş, gelişen insan zekisinin önüne engeller koyarak varlıklarını sürdürmeye çalışmışlardır.

Dinler, inanç kavramına dayanırlar, ister ilkel olsun, ister gelişmiş, her dinin temeli belli varlıklara ve olgulara tartışmadan inanmaktır, insanlar özellikle ölüm gibi en ürkütücü olay karşısında inanç dünyalarını zenginleştirmiş, dinsiz yasayamaz duruma gelmişlerdir. İnsanoğlunun evren ve ölüm karşısındaki çaresizliği, zengin inanç sistemleri doğurmuştur. Bu çaresizliğe karşı tek sığınılacak yerin din oluşu, dinlerin insanları yönetmesi sonucunu vermiştir, ilk zamanlar için bu bir zorunluluktu. İnsanlar arasında düzen ve barışı sağlamak için dinin buyruklarına ihtiyaç vardı. Ölümsüzlüğe erişmek isteyen insanları, hayatta iyi davranışlara yönlendirmek için dinler hukuk kuralları da koydular ve bu kuralların uygulanmasına titizlik gösterdiler.

Özellikle ileri dinlerin koyduğu baş hukuk kuralları, aynı zamanda evrensel ahlâkı da yansıtır. Hiçbir din, insanlara erdemsiz yaşamayı, hırsızlığı, yalancılığı, zinayı, adam öldürmeyi buyurmaz. Tersine, bütün dinler ahlâklı ve erdemli yaşamayı buyururlar. Dinler arasındaki farklılıklar, Tanrı ve ibadet anlayışından kaynaklanmaktadır. Böylece her din, tek ve üstün gerçeği temsil ettiğini ileri sürdüğünden dinler arasında bir birlik görülmemektedir.

Çok ileri ve üstün bir din olan İslâmlık, kısa sürede inanç sistemini birçok millete benimsetmiştîr. Hazreti Muhammedin ölümünden sonra Müslümanlık hızla gelişti. Büyük İslâm bilginleri, ilkçağın akılcı filozoflarını yeniden gün ışığına çıkardılar, öyle ki, Batılı bilginler bu filozofları Müslümanlardan öğrendiler. Müslümanlık bu akıl çağında büyük aşamalar yaptı. Tanrının insanlara doğru yolu görmesi için akıl verdiğini söyleyen bilginler, İslâm dininin ilerlemesinde büyük rol oynamışlardır. Onları destekleyen halifeler de çıkmıştır. Böylece Müslümanlık aşağı yukarı üç yüz yıl Tanrının gösterdiği yolda gelişmiştir. Akla dayanan bu gelişme sırasında İslâm Hukuku da günlük hayata uydurulmuştur. Ne yazık ki, bir süre sonra bu gelişme durdu, İslâm dünyasında aklın yerini, tutucu ve durgun bir inanç kapladı. Bu görüşün sahipleri, akıl yolu ile değil, sadece inançla yaşamak gerektiğini savunuyorlardı. Bu görüş kısa sürede yaygınlaştı, İslâm dini ve hukuku donup kaldı. Buna karşılık akıl yolunu Müslümanlardan öğrenen Batılılar, bu esasları geliştirmekteydiler.

İşte Türkler Müslüman oldukları vakit, İslâm dünyasında durgunluk başlamıştı. Türkler, üstün yetenekleriyle kısa sürede İslâm dünyasına egemen oldular. Çok içten inandıkları Müslümanlığı Hıristiyanlara karşı korudular, İslâmlığı Anadoluya ve Balkanlara yaydılar, ama onlar güçlerinin doruğunda iken Batıda da akıl çağı başlamıştı. Büyük akılcılar, bir zamanlar Müslüman bilginlerin dedikleri gibi Tanrının insanlara verdiği en büyük hazine olarak akılı gördüler. Böylece Batıda bilim ve hukuk akla dayandırılmaya başladı. Burada hemen şunu belirtmekte yarar vardır: Bu büyük akılcı akıma karşı, orada da kilise direnmiştir. Ancak bu direnme yeni mezheplerin (Protestanlık) doğmasına yol açmıştır. Bu yüzden Hıristiyan dininin bir bütün olarak akılcılığa karşı durması imkânı kalmadı. Kilise giderek yenilikleri kabul etmeye başladı. Nihayet XVIII. yüzyıl sonunda çıkan Fransız İhtilâli ile laiklik, devlet ve hukuk düzenine egemen oldu. Yani devlet, dinin etkisinden arıtıldı. Ama ayna zamanda din özgürlüğü de kabul edilerek, devletin vatandaşın vicdanına karışmayacağı, herkesin inancında serbest olduğu esası konuldu.

Osmanlı Devletinin bu gelişmenin dışında kaldığını biliyoruz. Atatürk belki de İslâmlığın parlak çağına dönüş yaparak, za
( yeni üye olduum için yeni gönderdimm belkide artık işinize yaramayacak ama olsun)

| 0 yorum ]

Bilim tarihinin tarihsel gelişimini anlatmadan önce ilkin bilim tarihi nedir? Sorusuna cevap vermek gerekir. Bilim tarihi basit bir tarifle bilimsel bilginin bir süreç içindeki gelişim ve değişimlerini, onları üreten toplumlardaki değişim süreçlerinin ışığında ele alıp değerlendiren bir disiplindir. Adından da anlaşılacağı gibi, bilim tarihi aslında iki disiplini kavrayıp kapsayan bir disiplindir. Bunlardan birisi bilim diğeri tarihtir. Bunlardan bilim, bilindiği üzere, doğayı, insanı ve toplum yapısını inceleyen disiplinlerden meydana gelen, belli bir yöntemi olan sistematik bilgi bütünüdür. Tarih ise, insanla başlayan tarihi süreç içinde olup biten olayları, çeşitli yazıları doküman ve muhtelif belgelere dayalı olarak inceleyen bir disiplindir.

Bilim tarihi ise bir disiplin olarak, konusu bilim olmakla birlikte, tarihi yöntemi kullanan, konuyu tarihsel olarak ele alan bir disiplindir. Ancak daha önce de ifade edilmiş olduğu gibi, bilim tarihçisi bilimsel olayları sadece kronolojik açıdan ele almaz, aynı zamanda, toplum içinde onun hangi şartlarda ortaya çıktığını ve hangi şartlarda geliştiğini de araştırır. Dolayısıyla, bilim tarihi sadece salt siyasi tarih ve siyasi olayları göz önünde bulundurmaz; bilimin seyrini, toplum değerlerini, yapısını ve genel olarak toplumdaki temel prensipler ve toplumu şekillendiren her türlü olayı da göz önünde bulundurarak değerlendirir. Bundan dolayı onun, başta felsefe olmak üzere, dinle ve sanatla olan bağlantısı inkar edilemez.

Tarih boyunca sanat, düşünce ve duyguların ifadesi olmuştur ve sadece estetik kaygılar taşımamış, hatta tersine, çoğu zaman doğal bir şekilde gelişmiştir. Basit ve çok bilinen bir örnek verecek olursak, on beşinci yüzyılda Rönesans hareketleri sırasında, sanatkarlar, doğayı daha iyi tanımak için yoğun bir çaba içine girmişler ve dolaylı olarak bitki, hayvan ve insan yapı ve fonksiyonlarını karşılaştırmalı bir şekilde incelemişler, ve canlının hareket prensiplerinden esinlenerek, cansız doğanın kurallarını belirlemeye çalışmışlardır. Leonardo da Vinci ve Michael Angelo bunun en güzel iki örneğidir. Leonardo kuşlardaki uçabilme özelliğini incelemiş, insanın da uçabileceğini iddia etmiş ve yapay kanat projelerini şekillendirmiştir. Yine aynı sanatkar, ilk deniz altı projelerini de öneren kişidir. Ancak bunları özel örnekler olarak değerlendiremeyiz; bu örnekleri, arkeolojik dönemlere kadar götürmek mümkündür. Biz ilk insanların kullandıkları kapkacak ya da hayat şekilleri, ne gibi bir teknik ya da bilim adına sahip oldukları bilgiyi mağara ya da kaya resimleri sayesinde öğreniyoruz. Böylece hem onların resim sanatı hem de bilim ve teknoloji adına ne ürettiklerini belirleyebiliyoruz.

Aynı şekilde, bilim ve din ilişkisi de bilim tarihçisi için göz ardı edilmemesi gereken bir husustur. Hemen her devirde bilim ve din arasında kaçınılmaz bir ilişki söz konusu olmuştur. Bu ilişki zaman zaman daha yüzeysel, daha yoğun olarak kendini hissettirmiştir. Örneğin, İslam Dünyasındaki bilimsel faaliyetin ilk yüzyıllarında özellikle bu etki çok yoğun olarak hissedilmiş; bilimsel çalışmayı, yeni ortaya çıkan İslam Dini adeta yönlendirmiştir. Bunun Doğuda da örnekleri vardır. Örneğin Buda, sadece zihniyet olarak yeni bir felsefenin doğuşunda etkin olmamış; bütün yaşam tarzını etkilemiş; bilimsel faaliyeti deyim yerinde ise adeta yönlendirmiştir. Hıristiyan Dini’nin de hiç de etkisiz olduğunu söylemek mümkün değildir. Özellikle de Ortaçağda bu etki kendisini yoğun bir şekilde hissettirmiştir.

Burada, kültürün temel taşları olan sanat ve dinle ilgili kısa açıklamalardan sonra, yine kısaca bilim felsefe ilişkisine göz atalım. Bilim ve felsefe ilişkisi, sanat ve dinle karşılaştırıldığında çok daha farklı, çok daha yoğun olarak kendisini ortaya koymaktadır. Hatta diyoruz ki, felsefenin olmadığı bir toplumda bilim adına pek bir şey yapılamaz; felsefe, bilimin adeta, deyim yerinde ise, üçüncü boyutu gibi görev yapar. Örneğin hala üzerinde çalışmalar yapılan Aristo felsefesini ele alacak olursak, onun temellerinin varlığın esaslarını açıklamaya yönelik olduğunu görmekteyiz. Maddenin özelliklerine ilişkin olarak vermiş olduğu hareketle ilgili açıklamalarının, on yedinci yüzyıla kadar hareket kuramları olarak benimsendiği bilinmektedir. Aynı şekilde, Aristo’nun kuramlarının evrende de geçerli olduğu kabul edilmiş ve Newton’un konuya ilişkin çalışmalarına kadar bu bilgiler bilim adamlarınca kabul görmüş; çalışmalarındaki teorik esaslar olarak değerlendirilmiştir.

Newton’un çalışmalarında da felsefenin etkisini izlemek mümkündür. Öyle ki, o yeni fiziğin temellerini atmış olduğu eserinin adını da Philosophie Naturalis Principia Mathematicae (Doğa Felsefesinin Matematik İlkeleri) olarak koymuştur.

Aynı örneği, on yedinci yüzyılda yaygın olarak benimsenen korpüskül teorisi için de yinelemek mümkündür. Aslında M.Ö. Demokritos’a kadar götürülen maddenin yapısının parçacıklardan meydana geldiği anlayışı, on yedinci yüzyılda bir grup bilim adamı tarafından korpüskül teorisi olarak yeniden ve de boyut kazandırılarak ele alınmıştır. Bunlar arasında Böyle, Mayow gibi bilim adamlarının yanı sıra, daha çok filozof olarak tanıdığımız kişiler de vardır; örneğin Descartes gibi. Bu görüş daha sonra sadece maddenin temel yapısının felsefi olarak bir değerlendirilmesi değil, bilimsel olarak da kabulü şeklini almış, canlı ve cansız her şeyin esasının aynı olup, parçacıklardan meydana geldiği öngörüsü Dalton’la anlam kazanarak, atom teorisi şeklinde ortaya çıkmıştır. Fizikte atom teorisi ve onunla ilgili ayrıntı şekillenirken biyolojide de hücre teorisi ile ilgili çalışmaların yoğunluk kazandığı izlenmektedir.

Buraya kadar verilen örnekleri artırarak gitmek mümkündür. Bu örnekleri şöyle toparlayabiliriz: bilim felsefesiz olmaz; bilim felsefe ile yandaştır; onlar birbirini destekler. Böylece, bilimin teorik boyut kazanmasında felsefenin rolünü yadsımamak gerekir.Nitekim son dönemde bilimsel bilginin felsefeyi sorgulaması, bilginin felsefi olarak ele alınıp, değerlendirilmesi sonucunda felsefesinin ortaya çıkışı bir tesadüf olmadığı gibi, iyi bir bilim felsefecisinin de bilim tarihi çalışanları arasından çıkışı da bir tesadüf değildir. Nasıl ki bilim adamı, kendi ilgilendiği disiplinin felsefi boyutunu bilmek durumunda ise, örneğin matematik ya da fizik çalışmalarında onların felsefi boyutunu da irdelemek zorunda ise, bilim felsefesi yapabilmesi için de bilimin tarih içinde geçirdiği serüvenleri; bilim adına yapılan çalışmaları bilmesi; onlar üzerinde tefekkür etmesi gerekir. Onun içindir ki, son dönem bilim felsefecileri diye tanıdığımız Thomas Kuhn ve Joseph Needham, aynı zamanda bilim tarihi konusunda da önemli çalışmalar yapmışlardır.

Bütün buraya kadar verilen bilgiye dayanarak, bilim tarihinin tıpkı bilimin kendisi gibi, felsefe ile iç içe olduğunu söylersek hiç de abartmış olmayız. Bilim tarihi bilmeksizin bilim felsefesi yapılamayacağı gibi, felsefe bilmeden de bilim tarihi yapılamaz.

Bilim felsefesi çalışmaları gibi, bilim tarihi de her ne kadar daha önce belli ölçülerde yürütülen çalışmalar olsa da, formal olarak, başlangıcı pek de eskiye gitmez, her ne kadar, bilim tarihinin kurucusu olarak kabul edilen George Sarton, konunun ele alınışını Aristo’ya kadar götürse de, bu disiplinin başlangıcı genellikle on dokuzuncu yüzyılda yayamış olan August Comte’la tarihlendirilir.

Ancak, hemen biraz önce de belirtilmiş olduğu gibi, bilim tarihinin formal başlangıcı Amerika’da Harvard Üniversitesinde görevli Belçikalı bilim adamı George Sarton’la başlatılmış ve ilk resmi öğretim birimi olarak da ilk defa burada temellendirilmiştir.Aslında bilim tarihi ile ilgili çalışmalar, her ne kadar formal boyutta olmasa ve İslam Dünyasında da bu konudaki çalışmalar yirminci yüzyılın ilk yarısına rastlıyorsa da, bu konudaki temel eserler arasında İbn Nedim’in el-Fihrist ve İbn Ebi Useybia’nın Uyun el-Enba fi Tabakat el-Etıbba adlı eserleri gösterilirken, Osmanlı’da yazılmış, çeşitli şuara tezkereleri, Taşköprizade’nin Şekaik-i Nu’maniye2 adlı eseri (16. yy) ve çeşitli kişiler tarafından bu esere yapılmış zeyiller, Katip Çelebi’nin Keşfi’-Zünun3 adlı eseri örnek olarak verilebilir. Daha geç dönemlerde ise, Mehmed Süreyya’nın Sicill-i Osmani’si (H.1311) ve Bursalı Mehmed Tahir’in Osmanlı Müellifleri örnek olarak verilebilir. Yine bu paralelde olmak üzere, Salih Zeki de Asar-ı bakiye (İstanbul 1911) adlı eseriyle bu konudaki öncülerden biridir. Ancak, bilim tarihinin eğitim ve öğretiminin başlangıç çalışmalarının öncüsü ve Cumhuriyetin ilanından sonra bu konuda en bilinen yazar Adnan Adıvar olup, günümüzde hala onun Osmanlı Türklerinde İlim kitabı el kitabı olarak kullanılmaktadır. Ancak Türkiye’de bilim tarihinin bir disiplin olarak eğitim ve öğretiminin başlaması için 1943’lere kadar beklemek gerekmiştir.

Yukarıda söz konusu ettiğimiz çalışmalarda bunlardan ne kadarı gayesine uygun olarak yürütülmüştür, sorgulayalım. İlk adımda belki hiç biri denilebilir. Çünkü ele almış olduğumuz düşünürlerin eserlerinin hemen pek azında bilimsel bilgi ön plandadır ve bilimsel bilginin nispeten ön plana çıktığı çalışmalar daha çok on dokuzuncu yüzyıl sonu ve yirminci yüzyıl başlarına rastlayan çalışmalardır. Halbuki belli ölçülerde de olsa hemen hemen bütün eserlerde tarihi bilgi verilmekte ve tarih yönteminin kullanıldığı gözlenmektedir. Dolayısıyla bu noktadan hareketle değerlendirdiğimizde, geniş açıdan bakmaya çalışarak bir ölçüde de olsa Osmanlılarda yazılmış olan ve yukarıda adlarını verdiğimiz eserlere ve burada söz konusu etmediğimiz benzerlerine, bilim tarihinin ilk eserleri diye bakabiliriz.

Genellikle, Cumhuriyetin ilanı 29 Ekim 1923 ise de, genel olarak Yeni Türk devletinin kuruluşu 23 Nisan 1920 tarihiyle belirlenir. Mustafa Kemal Atatürk bu tarihten itibaren, ilkin yeni ülkenin siyasi yapısını şekillendirmeye çalışmış; adım adım cumhuriyeti hazırlamıştır. Bu arada bilimle ilgili yapılanmanın da temellerini atmayı ihmal etmemiştir, çünkü onun ilkesi “hayatta en hakiki mürşid ilimdir”. Nitekim 22 Eylül 1924 tarihinde Samsun’daki İstiklal Ticaret Mektebi’ndeki konuşmasında şöyle söylemiştir:

Dünyada her şey için maddiyat için, maneviyat için muvaffakiyet için en hakiki yol gösterici ilimdir, fendir. İlim ve fennin dışında kılavuz aramak gaflettir, bilgisizliktir; doğru yoldan sapmadır.” 4

Atatürk bu konuşmasından çok önce, henüz Cumhuriyet kurulmadan, 22 Ekim 1922’de Bursa’da yapmış olduğu bir toplantıda da düşüncelerini şöyle dile getirmektedir:

“Yurdumuzun en bayındır, en göz alıcı, en güzel yerlerini üç buçuk yıl kirli ayaklarıyla çiğneyen düşmanı mağlup eden zaferin sırrı nedir, bilir misiniz? Orduların sevk ve idaresinde bilim ve fen ilkelerinin kılavuz edinilmesidir… Milletimizin siyasi ve içtimai hayatı ile ulusumuzun düşünümsel eğitiminde yol göstericimiz bilim ve fen olacaktır. Türk milleti, Türk sanatı, Türk ekonomisi, Türk şiiri ile edebiyatı, okul sayesinde ve okulun vereceği bilim ve fen sayesinde bütün olağanüstü incelikleri ve güzellikleriyle oluşup, gelişecektir.”

Daha sonraki toplantılarda yapmış olduğu konuşmalarda da, Atatürk bilimin önemini vurgulamaya devam etmiştir. Bu bağlamda olmak üzere 26 Şubat 1923’de Salihli istasyonunda halka hitaben yaptığı konuşmasında, yukarıdaki görüşlerinden çok farklı olmayan, onları pekiştirir nitelikteki düşüncelerini dile getirmiş ve şunları söylemiştir:

“Memleketimizi kesinlikle koruyabilmek için alınacak önlemlerin en önemlisi ve ilki bilim ve irfan olacaktır. İşte şurada gördüğüm küçük okullular bilim ve irfan ordusunu oluşturacaklardır.”

Cumhuriyetin ilan edilmesinden sonra, bu konudaki görüş ve düşüncelerini daha hızlı bir şekilde uygulama alanına geçirmek isteyen Atatürk, 30 Ağustos 1924’de meşhur meydan savaşının yapıldığı yer olan Dumlupınar’da yapmış olduğu konuşmasında ise, bir ülkenin özgür ve bağımsız olabilmesi için ortaya koyduğu uygarlık ürünleri olması gerektiğini belirterek, şöyle demektedir:

“Uygarlığın yeni buluşlarının ve fennin harikalarının cihanı değişmeden değişmeye sürükleyip durduğu bir devirde yüzyılların eskittiği köhne zihniyetlerle, geçmişe kölece bağlılıkla varlığımızı devam ettirmemiz mümkün değildir.”

Nitekim, 1924’de İstanbul Darülfünunun İstanbul Üniversitesi olarak yeniden şekillendiğini görüyoruz. Ancak, büyük bir ihtimalle yüksek öğretimin o günkü durumu kendisini pek tatmin etmemiş olmalı ki, bu konuda yeni adımların atılmasını desteklemiş; hatta bizzat bu konuda önemli adımlar atılmasında önderlik etmiştir. Bu konu ile ilgili görüşleri, 1933 yılında Cumhuriyet Bayramında yapmış olduğu konuşmasında özetlenerek aşağıda verilmektedir:

“Türk milletinin yürütmekte olduğu gelişme ve uygarlık yolunda elinde ve kafasında tuttuğu meşale müspet bilimlerdir.”

Buraya kadar verilen alıntılardan da anlaşılabileceği gibi, Atatürk için bilimin ve tekniğin bu ülkenin gelişmesinde ne derece önemli rolü olduğu konusundaki görüşlerini belirlemek mümkün olmaktadır. Sadece sözleri ile değil, yaptığı atılımlarla da, bu fikirlerini ne kadar gerçekleştirmek istediğini ispatlamaktadır.

Ulu Önder Atatürk 1933 yılında Üniversite reformu ve daha sonra yüksek öğrenimdeki yapılanma hareketleri sırasında, bir taraftan mevcut yüksek eğitim ve öğretim kurumlarının ataletten kurtulması ve çağdaş bir seviyeye ulaşması için önemli adımlar atarken, ve de bu bağlamda yeni birimler ve yeni ihtisas alanları oluşturulurken, bir taraftan da, yeni başkent Ankara’da yüksek öğrenim kurumlarının yapılanmasında ön ayak olmuştur. Bu bağlamda şekillenen kurumlar arasında 1936 yılında, Türk kültürünün köklerini ve Türk dilinin kökeni ve gelişimini incelemek üzere kurulan D.T.C.F. ve 1946 yılında kurulan Ankara Üniversitesi ve bu öğretim kurumuna bağlı olarak kurulan Tıp ve Fen Fakültelerini verebiliriz. Böylece, ilk defa Ankara’da bir üniversite kurulmuş oluyordu.

| 0 yorum ]

Görülebilir evrenin ötesinde, bu evrene paralel başka evrenler de varmı dır? Mistikler ve filozoflar böyle olduğunu öne sürüyorlar.Bilim adamları ise yakın zamanlara değin böyle bir şeyin olanaksız olduğunu düşünüyorlardı.Fakat bugün fizikçiler paralel evrenlerin olabileceğini matematiksel olarak ortaya koyabiliyorlar.

Paralel evrenler kavramı, bugün bilimsel terimlerle açıkça bir şekilde tartışılabilmektedir.Bilim adamları içinde bulunduğumuz evrenin varlığını bir takım neden sonuç bağıntılarıyla açıklayabiliyorlar.Aslında bu açıklama, üç boyutlu uzayın tümüyle onun yapısını oluşturan fizik nesnelerden ibaret olduğu esasına dayanır.Bu yaklaşım biçimi ilk bakışta, evrenin var olan her şey demek olacağı anlamına gelebilir.Fakat iki önemli nokta var.Birincisi, bilim adamlarının evren açıklamaları, birtakım soyut kavramları(güzellik ve sevgi gibi) açıklamaktan kaçınır.Oysa her ne kadar fizik bir evrende yaşıyorsak da, bu tür soyut kavramlar bu fizik evren içerisinde önemli bir yer tutarlar.İkinci olarak da bilimin tüm yaklaşımları ve bu konuya ilişkin kabülleri kesinlikle üç boyut ile sınırlanmıştır.

Einstein ve yakın çalışma arkadaşı Nathan Rosen’in karadelik tünellerini matematiksel olarak kabül ettikleri ve inceledikleri biliniyor.Einstein ve Rosen, bu çalışmalarının sonucunda şaşırtıcı bie şey keşfettiler: Karadelik tünellerinin dibi yoktur.Burada, uçlarından birbirlerine bağlı iki huni söz konusudur.Birleştikleri nokta, tünelin ”boğaz” kısmını oluşturur.Dolayısıyla tünelin bir ucundan giren bir nesne, merkezdeki ya da boğazdaki olağan üstü çekimin etkisiyle, tünelin öbür ucundan dışarı fırlatılır.Öyleyse öbür yanda ne vardır?Öbür yan, yeni bir evrendir, ilkinden tamamıyla farklı bir evrendir bu! İşte bu iki evreni birbirine bağlayan tünele Einstein-Rosen Köprüsü adı verilir.Einstein ileRosen’in bu konuya ilişkin çalışmaları, üç boyutlu evrenimizde bu türden çok sayıda tünellerin bulunduğunu vurgular.Bu evrensel tüneller dördüncü boyuta açılır.Yani bu da paralel bir evren demektir.Çoğu bilimkurgu yazarı, hatta bazı bilim yazarları, gelecekte uzay yolcularının Einstein-Rosen Köprülerini kullanarak bir evrenden diğer bir evrene( hatta bir zaman diliminden diğerine) sıçrayacaklarından söz ederler.Söz konusu teori güçlü olabilir, bu konuya ilişkin bazı karşı çıkmalar vardır.Albert Einstein ve Nathan Rosen, karadeliklerin, bir evrene, bizim evrenimizden başka bir yere ya da başka bir zamana açılabilecek kapılar olabileceğini öne sürdüler.Kuramsal olarak bu model kanıtlanabiliyor.Bu kuramsal uzay/zaman geçitlerine ‘’solucan tünelleri” adı verilmektedir.Diğer ismiyle bu geçitlere ”Einstein-Rosen Köprüsü” denmektedir.Bu geçitler sayesinde evrenin çok uzak noktalarına çok kısa zamanlarda seyahat etmek mümkündür.

| 0 yorum ]

Ateşli Havale
Belirtileri:
  • Çocuk havale geçirirken bilincini kaybeder, gözlerini bir noktaya sabitler.
  • Dişleri kilitlenir
  • Ağız, yüz, kol ve bacaklarda ard arda kasılmalar, morarma görülebilir.
  • Daha sonra kollarını ve bacaklarını bir kaç dakika süreyle ritmik uzatıp çekip atabilir.
  • Havale esnasında çiş veya kaka yapabilir.
  • Havale sonunda çocuk dalgın olabilir ve uyumak isteyebilir.

Aniden yükselen ateşin beyne yaptığı etkiyle çocuklarda havale nöbetleri olabilmektedir. Ateşli havale 6 ay- 6 yaş arası çocuklarda olabilmektedir. Ateşli havale 6 ay - 6 yaş arası çocuklarda görülebilmektedir. Bunun haricinde yaş guruplarında görülen havalenin sebebi ateş değildir. Menenjit, epilepsi, zehirlenme gibi önemli hastalıklar araştırılmalıdır. Ateşi yükselen her çocuk havale geçirmez. Ancak bir defa havale geçiren çocuğundaha sonraki ateşlenmelerinde havale geçirme ihtimali daha yüksektir. Bazı ailelerde bu hastalığa daha sık rastlanır. En sık rastlanan havale nedeni grip gibi ateşli hastalıklardır.

Siz nasıl yardımcı olabilirsiniz

  • Havale geçirmekte olan bir çocuğa yapılacak en iyi yardım, çocuğun rahat solunum yapmasını sağlamaktır. Havale geçirme esnasında çene kaslarının kasılması, dilini ısıp kanatması, bazen ağzında biriken köpükler çocuğun solunumunu güçleştirmektedir. Çocuğun kesici olmayan bir şeyle ağzı aralanarak, ağız boşluğu temizlenir, ağız açık tutulur.
  • Havale geçiren bebek ya da küçük çocuksa, dizlerinin üzerine yatırarak, dilinin arkaya kayıp nefes borusunu tıkamasını önleyebilirsiniz.
  • Çocuğunuzu havale geçirirken bir an bile yalnız bırakmayın. Çocuğunuzun düşmesi ve çarparak yaralanmasını önlemek için etraftaki eşyalarını kaldırmalısınız.
  • Çırpınma hareketleri bittikten sonra, çocuğunuzu yan çevirin, solunum yollarını dilinin ve tükürüklerinin kapamasını önlemiş olursunuz.
  • Bu esnada çocuğunuzun ateşinin düşürülmesine çalışın. Giysilerini çıkartın; koltuk altı, boyun, kasık, alın bölgelerine ıslak bezler koyun veya ıslak bir süngerle vücudunu silin. Bir süre sonra havale genellikle durur, çocuğunuz gevşer ve uykuya dalar.
  • 20 dakika süren bir havalenin herhangi özel bir ilaçla durdurulması gerekir. Eğer çocuğunuzda havale 15 dakika içerisinde geçmemişse, hemen bir sağlık kuruluşuna götürün. Eğer kısa sürmüşse havale bikkten sonra gerekli teşhis ve tedavinin yapılması için yine bir sağlık kuruluşuna götürün.
  • Doktorun tavsiyesi olmadan çocuğunuza hiç bir ilaç vermeyin.
  • Ailenizde ateşli havaleye yönelik bir eğilim varsa, çocuğunuz hasta olduğunda, ateşinin 39 dereceyi aşmaması için elinizden geleni yapın.


Katılma Nöbeti

Genellikle zararsız bir durumdur. 1-4 yaş arası çocuklarda görülür. İstediği olmadığında, düştüğünde,
canı yandığında, çok korktuğunda ağlama ile birlikte nefesini tutar, dudaklarında morarma olur.

Uzun süren nefessiz dönemden sonra beyinde birikten karbondioksit, solunum merkezini uyarır ve yeniden nefes almaya başlayıp açılır.

Katılma nöbetçi geçirme eğilimi olan çocukları sinirlendirmemek için verilen tavizler, bu nöbetleri
azaltmaz, aksine çoğaltır. Çocuk bu özelliğini bir koz olarak kullanır.

Katılma nöneti olan çocuklara özel bir şey yapmak gerekmez. Genelde demir eksikliği olan çocuklarda
katılma nöbetleri görülür. Bunun için çocuğa kan tahlili yapılarak, kansızlık varsa tedavi edilir. Katılma
nöbeti olan çocukların aileleri sakin kalmayı başarırlarsa esas tedaviyi uygulamış olurlar. Aileye bunun bir sinir krizi olduğu, havale gibi bir durum olmadığı anlatılmalıdır. Çocuğunuz katılma nöbeti geçiriyorsa, onu sarsmanın, sokağa çıkarmanın, yüzüne su serpmenin herhangi bir faydası yoktur. Sakin kalmayı başarın yeter.

Çocuğunuzun çevresi ile olan ilişkilerini düzenlemek amacıyla bir çocuk psikiyatristinin yardımına baş vurabilirsiniz



Grip
Belirtileri:
  • Yüksek Ateş
  • Burun akıntısı
  • Boğaz ağrısı
  • Tüm vücutta ağrı
  • Titreme
  • Öksürük
  • Baş ağrısı
  • Dermansızlık ve uyku

Yüzlerce farklı tür virüsün oluşturduğu bir virüstür. Belirtileri virüsün alınmasındakinden sonraki
bir iki gün içinde ortaya çıkar ve hastalık 3-4 gün sürer. Çocuğunuz kendini yataktan çıkamayacak kadar
halsiz hissedebilir. Soğuk algınlığı kadar uzun sürmez fakat daha ağır seyreder. Soğuk algınlığıda olduğu
gibi çocuklar bu hastalıktanda çok çabuk etkilenirler. Vücut dirençleri düştüğünden bronşit ve zatürree'ye
yakalanma olasılıkları vardır.

Bu tür hastalıkların özel bir tedavisi yoktur. Antibiyotiklerin faydası olmaz, aksine hastalığın
uzamasına yol açabilir. Doktor tavsiyesi ile hastayı rahatlatıcak ilaçlar kullanilabilir. Dengeli beslenme
ve dinlenme çok önemlidir.

Ateşin uzun sürmesi veya düştükten sonra tekrar yükselmesi, hızlı, hırıltılı ve güç nefes alması
kulak ağrısı olması ve şiddetli öksürük ilave bir enfeksiyonun işareti sayılır. Orta kulak iltihabı, sinüzit
lanerjit, bronş söz konusu olabilir. Bu durumda çocuğu doktora götürmelisiniz. Doktor uygun antibiyotik tedavisi
başlatacaktır.


Siz nasıl yardımcı olabilirsiniz?

* Çocuğunuzun ateşini her 3-4 saatte bir ölçün. Ateşini düşürmek için parasetamol şurubu verin. Ilık süngerle
vücudunu silerek ateşini düşürmeye çalışın.

* Çok aç değilse yemek yemesi için ısrar etmeyin. Bol bol sıvı içmesini sağlayın. Gece yatmadan önce süt
haricinde içmesi, burunun tıkanmaması açısından yararlı olur. Süt, balgam üretimini arttırdığından yatarken
verilmemelidir.

* Çocuğunuzu ılık ve nemli bir odada yatırın. Kuru bir odanın havasını soluması çocuğunuzu rahatsız eder.
Odanın nemini arttırmak için kaloriferin üzerine ıslak bir havla asın. Soba ile ısınıyorsanız ağzı açık bir
kapla üzerine su koyun.

* Çocuğunuz bir yaşından büyükse yatmadan önce vicks sürebilirsiniz. Mentol kokulu bir mendili baş ucuna koyarak
nefesinin açılmasına yardımcı olabilirsiniz.

* Çocuğunuzun uyurken rahat nefes alabilmesi için başının altını yükseltin.

* Çocuğunuzun burnunu sürekli sildiğiniz için tahriş olmuş olabilir. Burnunun kenarlarını nemlendirici bir
krem sürün. Burnunu silmek için kağıt mendil kullanın ve bunları hemen atın.

* Yatmadan önce limon suyuna bal katarak vermeniz boğaz ağrısını hafifletip, solumun yolunu rahatlatır.

* Bol bol ıhlamur limon ve bal karışımı verin eğer öksürüğü varsa, zencefilli balla birlikte vermeniz
yararlı olabilir. Fakat 1 yaşından küçük çocuklara alerji riski oluşturacağı için bal verilmez.

* Çocuğunuzu sigara dumanından uzak tutun, evde sigara içmediğiniz gibi başkasınında sigara içmesine
izin vermeyiniz.

* Burnu tıkalı ise serum fizyoloji damlatarak rahatlatın. Çok fazla tıkanıklık varsa doktorunuza danışarak
bir burun damlası kullanılır. Burun damlaları 3 günden fazla kullanıldı mı sakıncalı olduğunu unutmayın.

* Çocuğunuz sık sık grip oluyor ve akciğerlerin etkilenmesi söz konusuysa, doktorunuza danışarak grip aşısı
yaptırın.



Soğuk Algınlığı
Belirtileri:
  • Ateş
  • Halsizlik
  • Burun akıntısı
  • Öksürük, Aksırık
  • Boğaz ağrısı
  • Huzursuzluk
  • Nezle
Çocukluk çağının en çok karşılaşılan enfeksiyon hastalıklarıdır. Bu hastalığa neden olan çok sayıda virüs söz konusudur. Genelde soğukta kalmak yada ayakları üşütmekle değil, boğaz ve burunda
gelişen bir enfeksiyon sonucu oluşur. Kalabalık yaşama koşullarında hastalığın yayılması kolaylaşır ve sıklığı artar. Çocuklarda ve bebeklerde görülen soğuk algınlığı, yetişkinlere göre daha çok ciddiye alınmalıdır. Çünkü çocuklarda soğuk algınlığı sonucu, akciğerler yada kulaklar çok çabuk etkilenirler. Vücut dirençleri kolayca düşeceği için bronşit ve zatürree gibi olumsuz gelişmelere neden olabilir.


Kulak İltahapları



Çocukluk döneminde sık görülen hastalıklardandır. Nadiren tek başına meydana gelir. Genellikle bir üst solunum yolu enfeksiyonu sonrasında görülmektedir. Zamanında tehşis konulamayan veya yeterli tedavi edilmeyen orta kulak iltihabı öğrenme ve konuşma güçlüğü yaratacak derecede işitme kaybına yol açabilir.

Bronşit
Belirtileri:
Ateşi yükselir,kuru kısa süreli,balgamsız, bazen nöbetler şeklinde bir öksürük başlar.Bu öksürük giderek
,sarı veya yeşil balgamlı öksürüğe dönüşür.5-10 gün içinde öksürük azalmaya başlar ve düzelir.Özel bir tedavisi yoktur.
Birlikte iltihabi bir durum yoksa antibiyotik gerekmez.

Akut bronşit viral bir üst solunum enfeksiyonunu takiben gelişebilmektedir.çeşitli virüsler sebep olabilir.Ayrıca boğmaca
kızamık, kızıl gibi enfeksiyonlar sırasında bronşit gelişebilmektedir.

Siz nasıl yardımcı olabilirsiniz ?

* Çocuğunuz soluk vermede zorluk yaşıyor ve hırıltılı bir şekilde soluyorsa, balgamlı veya nöbetler şeklinde
öksürüğü varsa derhal doktorunuza götürün.

* Doktor, iltihabi bir durum varsa antibiyotik verir.Eğer yoksa, balgam sökücüler vererek balgamın öksürükle
birlikte atılmasını kolaylaştırır.

* Çocuğunuzu hastalığı geçene kadar güneşe çıkarmayın.Oda sıcaklığını da çok yüksek tutmayın.Sıvı kaybına neden
olabilir.

* Sık sık bronşit geçiren çocuklarda yabancı cisim,allerji, solunum yolu anormallikleri araştırılmalıdır.

* Çocuğunuzuni bronşiti sırasında ıhlamur, adaçayı, hatmi çiçeği, bedem yağı, hardal gibi bitki çaylarını vermenizde
fayda vardır.



Bronşiyolit
Belirtileri:
Hızlı solunum (dakikada 60 soluktan fazla) hışıltı, nefes darlığı , huzursuzluk, beslenmede zorluk
uyku hali.

Bronşiyolit, akciğerlerin en küçük hava yollarında daralmaya neden olan iltihabi bir durumdur.Genellikle bir aydan büyük
ve iki yaştan küçük çocuklarda en sık olarakta 6 ay civarındaki bebeklerde görülmektedir.

Kış ve ilkbahar aylarında sık görülür. Soğuk buhar uygulaması yararlı olmaktadır.bunun üstüne başka bir enfeksiyon
gelişmezse birkaç gun içinde rahatlama olur.Bazı vakalarda iyileşme 3 hafta sürebilir.

Siz nasıl yardımcı olabilirsiniz?

* Çocuğunuzda soğuk algınlığı veya öksürükten sonra durumunda olumsuz bir gelişme görürseniz derhal doktorunuza başvurun.

* Evde kesinlikle sigara içmeyin, içirtmeyin.

* Çocuğunuzun sık aralıklarla su içmesini sağlayın.



Öksürük

Bir hastalık belirtisi olabileceği gibi, boğazda veya solunum yollarındaki tahriş edici bir maddeye karşı tepki de olabilir.
öksürük akciğer enfeksiyonlarındaki veya solunum yollarındaki balgamın sökülmesini sağlar. kuru gıcıklı öksürük pek ciddi bir sorun
olmakla birlikte nedeni her zaman bilinemez. soğuk algınlığı sırasında burun akıntısının geriye giderek solunum
borusunu tahriş etmesinden dolayı olabilir. Vücudunun ana soluk borusuna yabancı bir cisim kaçmışsa bunun atılmasına yönelik
bir çaba olarak da kuru öksürük görüleblir. Çocuğun çevresinde sigara içiliyorsa, sigara dumanı, çocuğun solunum
yollarını tahriş ederek kuru öksürük, pek ciddi bir sorun olmakla birlikte, nedeni her zaman bilinemez. Soğuk
algınlığı sırasında burun akıntısının geriye giderek solunum borusunu tahriş etmesinden dolayı olabilir. Vücudun
ana soluk borusuna yabancı bir cisim kaçmısa bunun atılmasına yönelik bir çaba olarak da kuru öksürük görülebilir.
Çocuğun çevresinde sigara içiliyorsa, sigara dumanı, çocuğun solunum yollarını tahriş ederek kuru öksürüğe
sebep olabilir. Kulak enfeksiyonları da kuru öksürüğe yol açabilir.

Siz nasıl yardımcı olabilirmisiniz?

  • Eğer öksürük balgamlı bir öksürükse, kesinlikle öksürük şurubu kullanmayın. Bu durumda öksürüğün kesilmesi değil,öksürükle birlikt balgamn söktürüp atılması önemlidir. Öksürürken çocuğunuzu yüzükoyun olarak dizinize yatırın, sırtına hafif hafifi vurarak balgamın çıkmasına yardımcı olun.
  • Durup dururken bir kuru öksürük başlamışsa, boğazına yabancı bir cisim kaçıp kaçmadığına bakın. Eğer kaçmışsa çıkarmaya çalışın veya bir sağlık kuruluşuna götürün.
  • Geceleri öksüren çocuğunuzun yastığının altına destek koyarak dik yatmasını sağlayın. Sümüğün boğazından aşağılara kayarak tahrişe yol açmasını da engellemiş olursunuz. Yüzükoyun veya yan yatırmak da tahrişi önler.
  • Öksüren çocuğunuzun odasını sürekli nemli tutun. Yanında bir çaydanlık su kaynasın veya bir camı hafif aralık bırakarak odanını havasının kurumasını önleyin. Odayı fazla ısıymayın.
  • Çocuğunuzun yanında kesinlikle sigara içmeyin. Çocuğunuzun girmediği, evin herhangi odasında dahi sigara iömeyin. Sigara dumanı hava zerrecikleriyle çocuğunuzun yanına taşınır ve onu rahatsız eder.
  • Yatmadan önce çocuğunuzun boğazını yumuşatmak için ılık bir şeylerin verin
    Süt salgı oluşumunu arttırdığı için 6 aylıktan büyük çocuklara süt vermeyin. 18 aylıktan büyük çocuklar için bir kaç damla ılık su içinde eritilmiş bala limon suyu katarak hazırlayacağınız içeceği verebilirsiniz.
  • Çocuğunuzun öksürüğü 3-4 gündür devam eder, çocuk öksürük yüzünden uyuyamazsa, öksüren çocuğunuz 6 aylıktan küçükse, boğazına kaçan cismi çıkartamamışsanız, çocuğunuz boğulurcasına öksürüyorsa, hızlı, sesli ya da zorlukla soluyorsa hemen bir doktora götürün.


Ateş

Vücudun normal sıcaklık derecesi 36-37,5 derece arasındadır. Bunun üzerindeki ısıya yüksek ateş denilir. Gün içerisinde çocuğunuzun vücut ısısının yükseldiği zamanlar olabilir. Hareketli oyunlardan sonra vücut ısısı artacaktır. Bir miktar dinlendikten sonra herhangi bir azalma olmuyorsa, ateşi var demektir.

Çocukluk çağında çok sık karşılaşılan bir belirti olan ateş, savunma sisteminin bir reaksiyonudur. Ateş
kendi başına bir hastalık değildir. Ancak başka bir hastalığın belirtisidir. Aniden yükselen ateş 1-5 yaş arasındaki çocuklarda havale geçirmeye yol açabilir.

Yanağızınızla alnına dokunduğunuzda veya alnını veya kulak arkasını öptüğünüzde sıcaklık geliyorsa, çocuğunuzun ateşini bir dereceyle ölçmemiz gerekir. Bebek olan her evde ateş ölçmek için bir derece bulundurmak gerekir. Bebek olan her evde ateş ölçmek için bir derece bulundurmak gerekir. Derecenini en kolay okunur olanını seçin.

Bebeklerde (1 yaşına kadar) ateş ölçümü popodan yapılır. Termometrenin üzerine biraz nemlendirici krem sürüp 1-2 dakika kadar rektumda bekletin. Bebeğinizin ayak bileklerini sıkıca tutmanız gerekir. Termom etreyi aldığınızda 38 dereceyi gösteriyorsa ateşi var demektir. Biraz büyük çocuğunuzda termometreyi dilinin altına koyarakta ateşini ölöebilirsiniz. En az 3 dakika bekletmeniz gerekir. Dil altı ölçümlerinde, civalı termometre kolayca kırılabileceği için sayısal termometre tercih edilmelidir. Termometre 38 dereceyi gösteriyorsa ateşi var demektir.

En iyi ve kullanımı en fazla olan yöntem koltuk altından ateş ölçme yöntemidir. Civalı termometreyi
koltuk altına koyun, 3-4 dakika bekledikten sonra alın. Koltuk altı ölçümü gerçek vücut sıcaklığından 0.6 derece daha düşüktür. Bunun için termometre 37,5 derecenin üzerinde gösteriyorsa ateş var demektir.

Çocuğunuzun ateşini 20 dakika ara ile tekrar ölçün. Yine yüksek bulursanız, ateşini düşürmek için harekete geçin. Yüksek ateş bir hastalık belirtisi olduğundan, ateşin düşürülmesi tedavi anlamına gelmez. Esas hastalık tespit edilerek uygun tedavi verilmelidir.

Siz nasıl yardımcı olabilirsiniz?

  • Çocuğunuzun ateşi yüksekse, titreme ve üşüme olsa bile üzerini örtmeyin. Birden yükseelen ateş havaleye neden olabilir.
  • Çocuğunuzun ateşi düşerken terleyip su kaybeder. Bunun için bol bol sıvı gıdalar verin.
  • Çocuğunuzun ateşi 38 derecenin üstündeyse, önerilen dozda parasetamol şurubu verin.
  • Çocuğunuzun alnına soğuk veya nemli bir havlu koyun.
  • Çocuğunuzun ateşi 39,5 dereceden yüksekse ılık su ile banyo